Tag Archives: kalça açıcı

huzur ve mutluluk

Standard

Bir süredir yazı yazamıyorum. Ülkemizde her gün artmakta olan terör olayları, ekonomik kriz ve siyasi gelişmeler yüzünden yoga ve meditasyon hakkında yazmak ülkenin gerçeklerine kulak tıkayıp güllük gülistanlık bir dünyada yaşıyormuşum gibi hissettirecekti. O yüzden yoga ve meditasyon hakkında yazmak istemedim. Her ne kadar her hafta bilgisayar başına otursam da içimden yazmak gelmedi. Aslına bakarsanız hala da yazmak gelmiyor.

BEN_4569

Kendimi bu kadar üzgün ve umutsuz hissederken beni mutlu eden tek şey yoga derslerim. Yoga derslerim de olmasaydı sanırım evimden çıkmak dahi istemezdim. Derslere gittiğimde bir saatliğine bile olsa rahatlamış ve her şeyden uzaklaşmış hissediyorum. Öğrencilerin “asana”ları (duruş) yaparken ki ruh halleri ve mutlulukları bana da yansıyor sanki… Ve bir saatliğine tıpkı bir tiyatro oyuncusu gibi sahneye çıkıyor, tüm olumsuzlukları unutuyor ve yine de gülümseyebiliyorum.

Terzi kendi söküğünü dikemezmiş ya… Ben de kendi pratiğimi yapsam da; yoga ve meditasyon yaparak saatler geçirsem de artık faydası olmuyor sanki… Yine de beni mutlu eden tek şey yoga derslerim ve öğrencilerin ders sonunda ulaştıkları sonsuz mutluluk…

Tüm bu süreç içinde tüm öğrenciler aynı ruh halindeydiler. O yüzden genellikle “kalça açıcı duruşlar”, “burgular” ve “göğüs kafesi açan duruşlar”a yoğunlaşlaştık. Göğüs kafesimizi açarak daha çok sevebilmeye ve başka kimseleri biraz daha anlamaya çalıştık. Burgular ile içimizde birikmişlerden arınmak ve tamamıyla bir “detoks” yapmak istedik. Kalça açıcılar ile ise içinde bulunduğumuz öfke, nefret ve korku gibi duyguları temizlemek istedik. Bir saatliğine bile olsa da belki de bu duygu ve düşünceleri unuttuk ve bir saatliğine bile de olsa nefes aldık. Bir saatliğine bile olsa da sadece beden, zihin ve ruh ile tam bir bütünleşme sağladık. Bir saatliğine bile de olsa tüm olumsuzlukları unuttuk. Bir saatliğine de olsa kendi bedenimizi izlerken nefesimizin nasıl olduğunu fark etmeye çalıştık. Bir saatliğine de olsa tüm düşüncelerden arınıp zihnimizi sadece bedene ve nefese yönlendirmeyi denedik. Ve o bir saatin sonunda biraz huzur ve mutluluk ile dersten ayrıldık. Zaten tek istediğimiz de bir parça huzur ve mutluluktu…

gerçekten değerli misin?

Standard

Hayat çoğu zaman tesadüflerle dolu. Peki ya tesadüf diye adlandırdığımız şey aslında tesadüf değil de “olması gereken şeylerin olması gerektiği zamanda olması” ise? Yine bilmece gibi oldu. Baştan alsam iyi olacak galiba…

20130412_130012

Geçen hafta özel dersime gittiğimde her zaman çalıştığımız salonda spor kıyafetli bir kişi vardı. Ben üzerinde fazla durmadım çünkü öğrenciyle yoga çalıştığımız o salon, tüm çalışanların boş zamanlarını değerlendirebileceği bir konferans salonu ve dinlenme odası idi. O sırada öğrencim salona geldi ve beni salonda bekleyen kişi ile tanıştırdı. Meğer o kişi de yoga dersimize katılacakmış. Yabancı uyruklu bir kişi olduğu için o gün dersi İngilizce vermem gerekiyordu. Uzun zamandır da İngilizce ders vermemiştim. Daha önce de bu konuda yazılar yazmıştım. Bir süre yabancı dilde ders vermeyince pratiğinizi kaybediyorsunuz. Kimi zaman “el ne demek, ayak parmağı nasıl denirdi, peki ya el bileği İngilizce nasıl ifade edilirdi” gibi basit şeyleri bile dillendiremiyorsunuz. Tutuk başladığınız derste sonradan dil çözülüyordu ve daha kolay ifade etmeye başlıyordunuz.

Yeni gelen kişi daha önce hiç yoga dersine katılmadığı için ilk başlayanların da yapabileceği bir ders yapmayı planladım. Öne eğilme ve kalça açıcı bir ders o gün için biçilmez kaftandı. Zirve duruşunu “hanumanasana” (maymun duruşu) olarak seçmiştim. Aslında çok zor bir “asana” (duruş) idi. Ancak yıllardır birlikte çalıştığım öğrenciyi de mutsuz etmek istememiştim. Sonuçta yoga bir yolculuktu. Zirveye tırmanana kadar yaptıklarımız da önemliydi. Zirve duruşunu tamamıyla yapmak ya da yapmamak o kadar da önemli değildi. Yolculuktan zevk almak önemliydi.

Zirve duruşu için bacakların arkasındaki “hamstring” kaslarını, bacakların içindeki kasık kaslarını ve kalça fleksör kaslarını esnetmek gerekiyordu. Dersin ilk yarısında tüm bu kasları esnetmek için “asana”lar yaptık ve zirve duruşunu denedik. Eski öğrenci bu duruşu çok güzel ve tam anlamıyla yapabiliyordu. Yeni gelen kişi ise kardiovasküler çalışmalara ağırlık veren birisi olduğu için bu duruşta biraz zorlandı ama ilk yoga dersi olmasına rağmen oldukça esnekti ve “hanumasana”dan da çok uzak değildi. Bu kişi yıllardır yoga yapıyor olsaydı nasıl esnek bir bedeni olurdu diye düşünmeden kendimi alamadım.

Zirve duruşu ardından bedeni dengelemek için birkaç duruş yaptık ve sonra “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) ile dersi bitirdik. “Savasana” öncesi burguda bedeni ve sinir sistemini sakinleştirirken eski öğrenci, yeni katılan kişinin safra kesesinde taş olduğunu söyledi. Genelde böyledir ya… Yoga dersi biter ve öğrencilerin ne gibi rahatsızlıkları olduğunu siz ancak ders bitiminde öğrenirsiniz. O gün safra kesesini zorlayacak bir duruş yapmamıştık. Öğrenciler burguda bedenlerini sakinleştirirken, safra kesesinde neden taş olabileceğini ve bu genç yaşta bu kişinin neden böyle bir rahatsızlıktan muzdarip olduğunu düşünmeye başladım.

Yin yogaya (dişil enerjinin etkili olduğu derin bağ dokularına kadar esneten yoga türü) göre safra kesesi kalçayı dışa döndüren kasları esnettiğimizde etkileniyordu. Bir de yan karın kasları (oblikler) çalıştırıldığında… O halde kalça açıcılarla yani “svadisthana” (sakral) çakra ve burgularla yani “manipura” (karın) çakrası ile ilgiliydi. “Svadisthana” çakra, kendini kabul etmek, kendini sevmek ve böylece daha yaratıcı olabilmekle alakalıydı. Bu çakra düzgün çalışmazsa kıskançlık, nefret ve öfke gibi olumsuz duygulara yol açabilirdi. Zaten yin yogada da bu bölgenin olumsuz duygusu “öfke” idi. “Manipura çakra” ise kendine güven, kararlılık ve azim ile ilişkiliydi; bir işe başlama ve onu bitirme gücü ve azmi ile ilgiliydi. Bu çakra içindeki mücevheri parlatabilmek ve irade ile alakalıydı. Ben bunları içimden düşünmüyor dışımdan da seslendiriyordum. Derken kendimi yeni katılan kişiye soru sorarken buldum: “Kendini olduğun gibi tüm olumlu ve olumsuz yanlarınla seviyor musun? Peki ya kendini değerli görüyor musun? Kendine değer vermeyi unutup, kendini tamamıyla unutup, başkaları için mi yaşıyorsun? Başkaları hayatında senden daha çok mu önem taşıyor? Peki sen neredesin?”

Eski öğrencim bu soruları sorduğum sırada tam da doğru bir noktaya değindiğimi söyledi. Meğer yeni katılan kişi kendine değer vermeyip hep başkalarına önem veren bir kişiymiş. Peki bu durumda ne yapmalıydı? Kendini iyi hissettirecek şeyler… Kendini mutlu edecek şeyler… Öncelikle biraz yaratıcı olmak gerekirdi. “Blog yaz. Resim yap. Fotoğraf çek. Heykel yap. Mozaik yap. Ama yaratıcılık gerektiren ve gerçekten yaratabildiğini gösterecek bir şeyler yap.” Peki sonra? “Fark et. Başladığın işleri bitirebiliyor musun yoksa yarım mı bırakıyorsun? Gerçekten de içinde güç ve azim var mı? Kendin için neler yapıyorsun? Gerçekten mutlu musun? Gerçekten içinde bir mücevher taşıdığını ve o mücevherin parladığını hissedebiliyor musun?” O kişinin o günkü derse gelmesi bir tesadüf müydü yoksa hayatında yeni bir sayfa açmaya hazır olduğu için miydi? Sizce hangisi?

 

 

herkesi mutlu edebilir misiniz?

Standard

Derslerde öğrencilerle etkileşim içinde olmayı seviyorum. Onların ihtiyaçlarını dikkate almayı ve o ihtiyaçlar doğrultusunda ders yapmayı da seviyorum. Ama kimi zaman öğrencilerden farklı farklı istekler gelebiliyor. Böyle bir durumda da ortada kalıyorum. Bir öğrencinin istediğini dikkate alsam diğer öğrenci kırılabiliyor. Geçen hafta derslerimden birinde tam da böyle bir durumla karşılaştım.

20150202_104809

Derse gittiğimde birkaç öğrenci sınıfa gelmiş ve yerleşmişti bile. Biraz sohbet ettikten sonra o gün özel bir “asana” (duruş) grubu çalışmak isteyip istemediklerini sordum. Öğrencilerden birkaçı kalça açıcı duruşları çalışmak istediğini söyledi. Bir tanesi ise sırt odaklı bir ders tercih edeceğini söyledi. “Çoğunluk kalça açıcı bir seri istiyor. Çoğunluğun istediğini yapsaydın” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama böyle bir durumda ne kalça açıcı bir seri ne de sırt odaklı bir ders yapacaktım. Bambaşka bir ders planlarken, birden aklıma bir “asana” geldi. Ve bu “asana”nın hem kalça açıcı hem de sırt odaklı bir ders için biçilmiş kaftan olduğunu fark ettim. Sorun çözülmüştü. Şimdi derse başlama zamanıydı.

Başlangıç meditasyonu sonrasında “surya namaskara” (güneşe selam) serileri ile bedenleri ısıttık. O günün zirve duruşu için bacakların içindeki kasları, kasık kaslarını, bacakların arkasındaki “hamstring” kaslarını ve omuz kuşağını esnetmek gerekiyordu. “Hamstring” kasları için “uttanasana” (ayakta öne eğilme), “padangusthasana” (el parmaklarımızla ayak baş parmağını tuttuğumuz duruş), “paschimottanasana” (yerde öne eğilme) gibi duruşları kullandık. Bacakların içindeki kaslar için “ashwa sanchalanasana” (yüksek hamle), “anjaneyasana” (alçak hamle), “prasarita padottanasana” (bacaklar ayrı öne eğilme) ve “half frog” (yarım kurbağa) gibi duruşları yaptık. Omuzları ise “garudasana” (kartal) ve “gomukhasana” (inek başı) duruşlarının kol şekli ile öne eğilirken elleri geride kenetleyerek esnettik.

Sıra zirve duruşuna gelmişti. Zirve duruşunu tahmin edebildiniz mi? “Kurmasana” (kaplumbağa) duruşu… Bu duruşa geçmeden önce “upavistha konasana” (oturarak açı duruşu) ile bacağın içinde kasları ısıttık ve esnettik. Ve “kurmasana”… Zirve duruşunda herkes için en zor kısım omuzların içe doğru dönmesiydi. Öğrenciler duruşu denerken kendi sınırlarını fazla zorlamamalarını ve “asana”da ilerlerken omuzlarını çok zorladıklarını düşündüklerinde bir adım geri çekilmelerini tavsiye ettim.

Zirve duruşundan sonra omurgayı “setu bandhasana” (yarım köprü) ile geriye eğdik. Burgularla bedeni rahatlattıktan sonra “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) ile dersi sonlandırdık.

Benim için zorlu bir ders olmuştu. Öğrencilerin istekleri doğrultusunda ders yapayım derken birilerini sevindirirken birilerini kıracak hale gelmiştim. Neyse ki o gün tüm öğrencileri mutlu edecek bir ders yapabilmiştim. Ama her zaman bu kadar şanslı olamazdım. Yine de her zaman herkesi mutlu edemeyiz, değil mi? Benim kendi adıma aldığım ders buydu.

kim esnek?

Standard

Her yoga dersi gözlem yapmak ve yeni şeyler öğrenmek için bir vesile sanki… Her zaman derim: Kimi zaman ben öğrencilere öğretiyorum, kimi zaman da öğrenciler bana öğretiyor diye… Sınıfta öğrencilerin arasında dolaşırken kimin hangi “asana”yı daha kolay yapabildiğini, bedenlerinin sağının mı solunun mu daha esnek ya da güçlü olduğunu, kimin bedeninin hangi bölümünün daha esnek ya da gergin olduğunu gözlemleyebiliyorum. Nedense kadınların daha esnek ve erkeklerin daha güçlü olduğu konusunda genel bir kanı vardır. Yogada genelleme yapmadan herkesin tek tek ele alınması ve gözlemlenmesi gerektiğini zaman içinde fark ediyorsunuz. Geçen haftaki grup derslerinden birinde kadınlar mı daha esnek yoksa erkekler mi kanısını derinlemesine gözlemleme imkânım oldu.   

2009-2012

Bu sıralarda özel ve grup derslerinde kalça açıcı akışlara yoğunlaşmak istedim. Zaman zaman bazı asana grupları daha bana daha cazip geliyor ve bir süreliğine sık sık hem kendi yoga çalışmalarımda hem de derslerimde bu asanaları deneyimlemek istiyorum.   

O gün grup dersine gittiğimde “yin” (dişil enerji/ay enerjisi/durağan/soğuk/kış/karanlık/pasif) tarzı bir ders yapmaya, özellikle kalçayı dışa döndüren kaslara, kasık kaslarına ve iç bacak kaslarına odaklanmaya ve bu derin çalışmanın sonunda da “padmasana” (lotus duruşu) deneyimlemeye karar vermiştim. Daha önceki grup derslerinde “vinyasa” (akış) tarzlı bir dersin sonunda “padmasana” denemiştik. Bu defa bu duruş için gerekli olan hedef bölgeleri uzun süre duruşlarda bekleyerek kasların ötesinde — derin bağ dokularına — kadar esnetip “lotus”ta oturmaya çalışacaktık. Bakalım dersin sonunda neyle karşılaşacaktık?  

Uzun bir meditasyon sonrasında “sukhasana”da (kolay oturuş) bedeni sağa ve sola doğru esnettik. Sağa doğru esnerken sol kalçayı yerde tutmaya sola doğru esnerken sağ kalçayı yerde tutmaya çalıştık. Böylece kalça eklemini daha derinlemesine esnemişti. Elleri başın üzerinde kenetleyip kuyruksokumunu geriye çıkartarak düz bir omurgayla öne eğildikten sonra bağdaşta sağ bacak öndeyse solu ya da tam tersini öne alarak aynı seriyi tekrarladık.  

Bacakların içindeki kasları ve kasık kaslarını esnetmek için “water bug” (su böceği), “dragonfly” (helikopter böceği), “half frog” (yarım kurbağa), “frog” (kurbağa) ve “dragon” (ejderha) duruşlarını kullandık. “Water bug”da bacak önündeki ve arkasındaki kasları esnetmek için “plantar fleksiyon” ve “dorsofleksiyon” (ayak parmak uçlarını yukarı doğru balerin gibi çevirmek ve ayak parmak uçlarını kendine doğru çekmek) yaptıktan sonra, bedeni öndeki uzun bacağa doğru çevirip nefes verirken öndeki bacağa doğru eğilmiştik. Böylece bacak arkasındaki “hamstring” kasları da esniyordu. “Dragonfly”da ayak parmak uçlarını içe ve dışarı doğru çevirerek kalça eklemini hareketlendirmiş, “dragon”da da kalçayı öne ve arkaya doğru hareket ettirerek iç bacak ve kasık kaslarını biraz daha açmıştık.   

Bacağın dışındaki kasları ise “sleeping swan” (uyuyan kuğu), “square” (kare) ve “shoelace” (ayakkabı bağcığı) duruşları ile esnetmiştik. “Sleeping swan”da bedeni öndeki bacağın tersine doğru çevirmiş, “square”de de üstteki bacağın tersine doğru dönerek kalçayı dışa çeviren kasları daha yoğun bir şekilde açmıştık. “Shoelace”de ise üstteki bacağın tersine doğru bedeni burguya sokarak kalçayı dışa çeviren kasları esnetmeye devam etmiştik.   

“Rock the baby” (beşiği salla) ve “akarna dhanurasana” (okçu duruşu) zirve duruşundan önceki son duruşlardı. “Rock the baby”de bacağı içe ve dışa doğru salladıktan sonra ayak parmak uçları yukarı bakacak şekilde bacağı alına doğru yükseltip göğüs kafesi hizasına doğru indirdik. Sağ bacakla başladığımızı varsayarsak, sağ kalçayla eklemden içe ve dışa doğru daireler çizdik. En son sağ ayağı sol kasığı doğru yerleştirip sağ kalçayı orada esnettikten sonra sol bacağı sağ bacağın altına yerleştirip “ardha padmasana” (yarım lotus) yaptık. Ve sınıftan yapabilenler sol bacağı sağ bacağın üstüne doğru yerleştirip “padmasana”ya (lotus) oturdular.   

İnanır mısınız; o gün sınıfta iki tane erkek öğrenci vardı ve ikisi de kolaylıkla “padmasana”ya oturdu. Biz kadınlar ise oldukça zorlandık bu duruşa geçerken. Birkaç kişi dışında kadınlar “ardha padmasana”da kaldı. İşte o an aklıma bu soru takıldı: Kadınlar mı daha esnek yoksa erkekler mi? Ya da nasıl oluyor da kadınların esnek bedenleri sayesinde daha kolay yapacağına inandığımız bu duruşta kadınlar zorlanıyor da erkekler çok daha kolay yapabiliyor? 

Fiziksel yeterlilik ve kabiliyeti bir yana bırakırsak, olumsuz duyguların kalçalarda biriktiğini biliyoruz.  Kızgınlık, kırgınlık, öfke ve kıskançlık kalçalarda birikebiliyordu. Tüm bu olumsuz duygular da yaratıcılığımızı olumsuz etkileyebiliyordu. Yaratıcı olabilmek için kırgınlık ve kızgınlıkları bir kenara bırakmamız gerekiyordu. Eğer suçluluk hissediyorsak, kendimizi affetmemiz gerekiyordu. Başkalarıyla paylaşmak, ikinci çakranın enerjisi ile ilgiliydi. Yaratıcılık, bizi diğer insanlarla kaynaştırırdı. Kimse, tek başına yaşayamazdı. Herkes, çevresiyle ilişki içinde olmak isterdi çünkü herkes öyle ya da böyle bir şeyler yaratmak isterdi. 

Biz kadınlar bize doğal olarak bahşedilen bu yaratıcılığı nasıl olmuş da yitirmiştik? Zaman içinde büyüdükçe duygusal olarak kirlenmiş, esnekliğimizi ve yaratıcılığımızı kaybetmiştik. Duygusal ve fiziksel stres kalçalarda birikmiş ve bizi bu duruşu yapmaktan alıkoymuştu. “Padmasana”da oturmak demek kendimize ve çevremize karşı açık olabilmek demekti. Kendi yaratıcılığımızı kabullenmek, sevmek ve bu yaratıcılığı kullanabilmek demekti. Adı üstünde “lotus çiçeği”… Herkes “lotus”un sadece çiçeğini görür ve “lotus”u çiçekten ibaret sanır. Hâlbuki “lotus çiçeğinin” kökü çamurludur. O çamur olmasa, belki “lotus” çiçek açmaz. Bizim de köklerimiz çamurlu olabilir ama o çamur olmasa belki biz de gelişip çiçek açamayız. Tıpkı “lotus çiçeği” gibi, “lotus oturuşu” ile hayatımızın her alanında da parlayıp, gelişip çiçek açabiliriz. Ve “lotus oturuşu”nu çalıştıkça, belki de zaman içinde olumsuz tüm duygulardan ve enerjilerden arınıp kendi çiçeğimizi yaratabilir ve hayatımızın her alanında çiçek açabiliriz. Evet, biz kadınlardaki sorun buydu işte. Çamurlu köklerimizi kabul etmemiz ve bu köklerden yeniden doğmamız gerekiyordu. O halde, derslerde daha sık “padmasana.”

neye niyet neye kısmet!

Standard
Kimi zaman hayat planladığımız gibi gitmez. Bir şeye karar veririz. Tam onu yapacakken önümüze başka bir seçenek ya da gelişme çıkar ve biz o başka seçenek ya da gelişme doğrultusunda ilerleriz. Yoga derslerinde de bu böyledir. Öğretmen derse giderken aklında o gün için bir fikir vardır. Ama bazen derse gider ve aklındakinden bambaşka bir ders yapar. O günkü öğrencilerin ruh hali ve sınıfın havasıdır onu bambaşka bir ders yapmaya iten… Bazen de ders içindeki gelişmeler…
wpid-facebook_-1036573733
Geçenlerde özel dersime gittiğimde aklımda kalça açıcı bir ders yapmak vardı. Tüm kalça eklemini esnetmeyi planlamıştım. Kalçayı dışa çeviren kaslar, içe çeviren kaslar, bacak önündeki ve arkasındaki kaslar… Özellikle kasık kasları ve kalçayı dışa çeviren kaslara odaklanacaktım. Tüm bunları esnettikten sonra da “padmasana” (lotus) denetmek istiyordum.
Bir haftalık tatilin ardından ilk dersimizdi. Bedenin ne kadar çabuk gerginleştiğini artık hepimiz biliyoruz. Bu bir hafta on günlük süre içinde öğrencinin bedeni de ister istemez gerginleşmişti. Esnetmek iyi gelecekti.
Dersin başında öğrenci birkaç gündür bacağının arka tarafında bir ağrı hissettiğini ama kalça açıcı bir derse “hayır” diyemeyeceğini ve büyük ihtimalle bunun onu rahatlatacağını da söyledi. Bunun üzerine derse başladık.
Başlangıç meditasyonu sonrasında “sukhasana”da (bağdaş/kolay oturuş) otururken sağa, sola ve öne esnedik. Ardından diğer bacağı öne alıp, yani sağ bacak öndeyse solu, sol bacak öndeyse sağı, bedeni tekrar yanlara ve öne doğru esnettik. Ardından dört ayak üzerine gelip bir “vinyasa” (akış) sonrasında ayağa kalktık.
“Surya namaskara” (güneşe selam) serileriyle bedeni ısıttıktan sonra bu serilerin arasına kalça açıcı duruşlar eklemeye başladık. “Ashwa sanchalanasana” (yüksek hamle), “anjaneyasana” (alçak hamle), “parsvottanasana” (bacaklar ayrı baş dize duruşu gibi)… Güneşe selam serilerinin arasına eklediğimiz ilk kalça açıcı duruş “ashwa sanchalanasana”ydı. İkincisi de “anjaneyasana”… Alçak hamle duruşunu yaparken öğrenci artık devam edemeyeceğini çünkü bacağının arkasını oldukça yoğun hissetmeye başladığını söyledi.
Diyorum ya hayatın ne getireceği belli olmuyor diye. Hemen akışı bırakıp “yin” (dişil enerji) tarzı çalışmaya başladık. Öğrenciye sorular sorup sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ağrı nerede? Tam olarak nasıl bir ağrı? Tam bacağın arkasında dize doğru inen bir ağrı… Bunun üzerine bel durumu nasıl? Belde bir ağrı, gerginlik ya da herhangi bir şey hissediyor musunuz? “Belim de biraz ağrıyor. Sanırım tatilde ağır bavulları taşırken zorladım.” Bunun üzerine aklıma bel omurlarında bir sıkışma, o sıkışmanın sinirlere yaptığı baskı ve o baskının bacakların arkasından dizlere ve hatta ayaklara kadar ulaşması diye düşündüm.
Peki bu durumda öğrenciyi nasıl rahatlatabilirdim? Kalçayı dışa çeviren asanalar çok iyi gelirdi. Bu asanalar hem kalçayı hem bacağı hem de tüm bağ dokularını ve sinirleri rahatlatırdı. Bunun üzerine “sleeping swan” (uyuyan kuğu), “square” (kare), “shoelace” (ayakkabı bağcığı) ve “eye of the needle” (iğne deliği) duruşları ile kalçayı dışa çevirip bu bölgedeki tüm kasları, bağ dokularını ve sinirlerini rahatlattık. Beli ve özellikle torakolumbal fasyayı gevşetmek için “caterpillar” (tırtıl duruşu) yaptık. Bu duruşlarda en az üç dakika bekletip bedenin daha çok gevşeyip rahatlamasını istemiştim.
Sırt üstü yere uzanıp “jathara parivartanasana” (karından burgu) ile omurgayı biraz daha esnetip rahatlattıktan sonra “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) ile dersi tamamladık.
İki gün sonra tekrar derse gittiğimde derse başlamadan öğrenciye nasıl olduğunu sordum. Bacağının arkasındaki ve belin aşağı bölgesindeki ağrı geçmişti. “Belki de ağır kaldırmaktan ve üşüttüğüm içindi” demişti bana. Yine de bu işi ihmal etmemek gerektiğini, bir doktora görünmekte fayda olduğunu söyledikten sonra her zamanki gibi “vinyasa” bir ders yapmıştık.
O dersin sonunda eve giderken düşünüyordum. Hayat çok ilginçti. Neye karar verirseniz verin bazen hayat sizin istediğiniz gibi gitmiyordu ve değişmek zorunda kalıyordunuz. Eğer inatçı ve dediğim dedik bir kişiyseniz, bu zorunlu değişim çok zor ve sancılı oluyordu. Kabul edemiyordunuz ve kendinizi yeni seçeneğin ya da gelişmenin getirdiği fırsatları görmekten mahrum ediyordunuz. Belki de sizin için çok daha iyi olan gelişmeleri kaçırıyordunuz. Oysa daha kabullenici ve yumuşak bir kişiyseniz, zorunlu değişim çok daha kolay ve eğlenceli oluyordu. Değişimin getirdiklerini kolaylıkla kabul ediyor, hayatınıza alıyor ve o gelişmelerle uyumlu yaşıyordunuz. Yeniliklere açık oluyor ve sorun olarak algılamıyordunuz.
Hayatın ne getireceği belli olmuyor. Hatta dilimizde bunun için bir deyiş bile var: “Neye niyet neye kısmet.” Yoganın bize öğrettiği de aynı şey aslında. Esnek olmak, akışına ve oluruna bırakmak ve önümüze ne gelirse onu kabul etmek… Hayatı böyle algıladığımızda ve yaşadığımızda, hayattan zevk almamız ve mutlu olmamız hiç zor değil… Yeter ki inat ederek ve değiştirmeye çalışarak hayatı biz zora sokmayalım…

iletişim ve etkileşim

Standard
Yoga derslerinde öğrencilerle iletişim ve etkileşim içinde olmayı seviyorum. Nasıl ki günlük hayatımızda kimi zaman birilerine bir şeyler öğretiyoruz kimi zaman da birilerinden yeni bir şeyler öğreniyoruz, yoga derslerinde de kimi zaman öğretmen ile öğrenci yer değiştirebiliyor. Ders boyunca bir akışa ve temaya konsantre olunca öğrenciler de fikirlerini ortaya koyabiliyor, öğretmen olarak onlardan yeni şeyler öğrenebiliyor ve belki de daha önce hiç düşünmediğiniz bir gerçekle karşı karşıya kalabiliyorsunuz: “Bunu ben daha önce nasıl düşünemedim?”
2009-2010 tum fotolar 668
Geçen hafta özel dersimde zirve duruşu “hanumanasana” (maymun duruşu) olan bir akış çalışmaya karar vermiştik. Çok uzun zamandır kalça açıcı bir akış yapmamıştık. Amacımız o gün kalça eklemini; bacakların arkasındaki, önündeki ve yanındaki kasları esnetmekti. Felsefi açıdan ise amacımız bu zor duruşu yaparken sadakat ile zor olanı başarmaya çalışacaktık. Tıpkı bu “asana”nın hikayesinde olduğu gibi… (Ayrıntılı bilgiye https://burcuyircali.wordpress.com/2014/04/06/sadakatle-basarmak/) adresinden ulaşabilirsiniz.)
Başlangıç meditasyonundan sonra “hanumanasana” yapabilmek için gerekli olan kasları ve bölgeleri esnetmeye başladık. Bacakların arkasındaki “hamstring” kaslarını esnetmek için “uttanasana” (ayakta öne eğilme), “padangusthasana” (ayak baş parmağını tuttuğumuz ayakta öne eğilme), “hasta padasana” (elleri ayak tabanının altına koyduğumuz öne eğilme) ve “paschimottanasana” (yerde öne eğilme) gibi asanalardan faydalanmıştık.
Bacakların önündeki “kalça fleksör kaslarını” ise “ashwa sanchalanasana” (yüksek hamle), “anjaneyasana” (alçak hamle), “uttan pristhasana” (kertenkele), “half saddle” (yarım eyer), “virasana” (kahraman duruşu), “supta virasana” (yerde kahraman duruşu) ve “ardha bhekasana” (yarım kurbağa duruşu) ile esnetmiştik.
Bacakların içindeki kasık kaslarını esnetmek için “prasarita padattonasana” (bacaklar ayrı öne eğilme), “water bug” (su böceği), “parsvakonasana” (yan açı duruşu) ve yin yogadaki “half frog” (yarım kurbağa) duruşlarını kullanmıştık.
Son olarak kalçayı dışa çeviren kasları “eka pada raja kapotasana” (güvercin duruşu), “eye of the needle” (iğneden iplik), “square” (kare duruşu) ve “gomukhasana” (inek başı duruşu) ile esnettik.
Bu asanaları ders boyunca “vinyasa”ların (akış) arasına yerleştiriyor, yoga matının (minderi) önünden yana doğru, yandan arkaya doğru, arkadan tekrar yana doğru, yandan tekrar öne doğru dönüyorduk. Yoga matının her bir köşesini kullanıyor, kullanılmadık bir santimetrekare nokta bırakmıyorduk. Matın dört bir yanını dolaşarak hem sabit bir noktada kalmıyor ve devamlı hareket ediyor hem de ufkumuzu açıyor ve bakış açımızı değiştiriyorduk.
Bir “asana”dan bir “asana”ya geçerken dengesini kaybeden öğrenci bir anlığına yoga matının dışına çıktı. Bir elini yoga matının dışında yere koyup dengesini tekrar sağladı ve matın içine geri döndü. Döner dönmez de, “öğretmenim bir anda çok korktum. Nasıl da matın dışına çıktım. Matın dışına çıkınca çok ürktüm. Bir saat boyunca şu kadarcık matın içinde bir o yana bir bu yana dönüp akışlar yapıyoruz ve bir santim dışına çıkmıyoruz. Matın dışına çıkmak istemedim. Nasıl da tuhaf geldi matın dışına çıkmak. Halbuki günlük yaşantımızda kocaman evlere, bırakın evleri dünyaya sığamıyoruz. Aslında sizce de ironik değil mi yoga matı ile mezarın birbirine benzerliği? Öldüğümüzde de şu yoga matı genişliğinde ve uzunluğunda bir yere sığacağız ama hayatta kocaman evlere, dairelere ve koskoca dünyaya bile sığamıyoruz. Belki de yoga ve yoga matı bize bunu öğretmek için vardır: Bu matın içinde yaşa. Bu kadar alana sığ. Dönüp dolaşıp gideceğin yer bu mat kadar bir yer…” Ve işte o an aydınlandım: “Bunu ben daha önce nasıl düşünemedim?”
Derslerde iletişim ve etkileşim içinde olmak… Alışveriş… Almak ve vermek… Alma ve verme döngüsü… Ne kadar verirsem, o kadar alırım… Önce vereceğim ki alacaklarım için yer açılsın… Maddi değil, manevi… Fikir alışverişi… Felsefi düşünceler ve etkileşimler…  Kim öğretmen, kim öğrenci? Bunlar üzerimize yüklenen roller sadece. Her an öğretmen ve öğrenci yer değiştirebiliyor. Kimi zaman öğrenciler yepyeni fikirler ortaya atıp öğretmenlere bir şeyler öğretiyor ve o an “bunu ben hiç düşünmemiştim. Ne kadar güzel bir yorumda bulundun ve beni aydınlattın. ‘Namaste’ yani ‘senin önünde saygıyla eğiliyorum’.”

sadakatle başarmak…

Standard
Kimi zaman kendimizi zihnen, bedenen ve ruhen çok yorgun hissederiz. Bedenen yorgunluğun çaresi vardır ama zihnen ve ruhen yorgunluğu nasıl geçirebiliriz? Geçtiğimiz hafta başında yoga dersime gittiğimde sınıfı böyle bir halde buldum. Dersten bir gün önce ülkemizde yerel seçimler yapılmıştı. Yıpratıcı bir seçim süreciydi. İşte bu nedenle herkes kendini bedenen, zihnen ve yorgun hissediyordu o akşam. Ben de öyleydim. İçimden ders vermek bile gelmiyordu. Hani klasik bir deyiş vardır ya: “Sanatçı, içi kan ağlasa bile sahneye çıkıp gösterisini yapmalıdır.” Ben de sahneye çıkmalı ve gösterimi yapmalıydım. Yorgundum, bitkindim ve tükenmiştim. O akşamki derste arkaya eğilmelere yoğunlaşıp kalbimizi açmaya karar vermiştim.
20140331_202002
Dersten yarım saat kadar önce stüdyoya varmıştım. Öğrencilerden biri gelmiş dinleniyordu. Bense seçimlerde yaşananlardan dolayı umutsuz hissediyordum. Ders öncesi biraz canlanmak için birkaç ters duruş çalışmaya karar verdim. Matımı (yoga minderi) duvarın kenarına yerleştirdim ve duvarda “pincha mayurasana” (tavuskuşu) ve “adho mukha vrksasana” (kol duruşu) çalışmaya başladım. Bir süredir bu iki ters duruş üzerinde çalışmaktayım. Bu konuda bir yazı da yazacağım ama öncelikle bu iki duruşta sağlam kalabilmeyi başarmalıyım. Ders başlayana kadar ters duruş çalışmak beni canlandırmıştı.
Derse başlamadan önce katılımcıların fikrini öğrenmek istedim. Ne tarz bir ders istiyorlardı? Hepsi o akşam kalça açıcı asanaları çalışmak istedi. Ruhen, bedenen ve zihnen tüm yorgunluklarını atmak; öfkelerini ve kızgınlıklarını dinginlemek için… Öyleyse zirve duruşu “hanumanasana” (maymun duruşu) olacaktı. Neden mi? Sebebi “hanumanasana”nın hikayesinde yatmaktaydı.
Eski çağlarda, Hindistan’da Rama adında bir kral yaşamaktaydı. Rama’nın Sita adında bir eşi vardı. Sri Lanka’da kötü kalpli bir kral olan Ravana Sita’yı kaçırmıştı. Rama ve ordusu Sita’yı kurtarmak için yola dökülmüşlerdi. Ancak, Rama’nın kardeşi Laksmana bu savaşta ciddi bir şekilde yaralanmıştı. Laksmana ancak ve ancak Himalayalar’da bulunan şifalı bir bitki sayesinde kurtarılabilirdi. Himalayalar’dan bu bitkiyi zamanında getirebilecek birisi olmadığı için Laksmana’nın iyileşme şansı yok denecek kadar azdı. Rama’nın yakın arkadaşı Hanuman bu imkansız görevi başarabileceğini söylemişti. Kocaman bir adım atarak Hindistan’ın güneyinden Himalayalar’a geçmişti. Ancak hangi bitkiyi alması gerektiğini bilemediği için Himalayalar’da bulunan tüm bitkileri topladıktan sonra geriye bir büyük adım atarak savaş alanına dönmüştü. Şifacılar, gerekli bitkiyi kullanarak Laksmana’nın hayatını kurtarmışlardı.
Hanuman’ın attığı kocaman adım Rama’ya karşı sevgisini göstermekteydi. Derin sadakati sayesinde imkansız olanı başarmıştı. Hanuman’ın hikayesinden çıkarabileceğimiz anafikir, “sadakatten güç doğar.”
Yoga çalışmalarımızda “hanumanasana”yı yaparken sadece bacakları esnetmiyoruz. Aslında yoga çalışmalarımıza gerçek sadakati katıyoruz. Bu asanayı yaparken, insan olarak yapabileceklerimizin ötesine geçiyoruz. “Hanumanasana”, kendini adamış bir birey için hiçbir şeyin imkansız olmadığını göstermektedir.
Bu nedenle, bu asanayı yaparken onu başarmak ile duruşa ulaşmaya çalışırken hissettiğimiz acıyı birlikte gözlemlemek gerekmektedir. Acı hissettiğimizde, içimize dönmeli ve acıya odaklanmak yerine nefesimizle kalbimize ulaşmaya çalışmalıyız. Bu şekilde, Hamunan’ın adımını atarken hissettiği tutkuyu algılayabiliriz ve zihnimizi tutkuya yönlendirdiğimizde ve asanayı Hanuman’ınkine benzer bir sadakat ile yaptığımızda, direncin yok olduğunu ve duruşun içinde erimeye başladığımızı görebiliriz. Zihin, direnmeyi bırakınca, sırasıyla kalp, kalçalar, hamstring kasları (bacağın arkasındaki kaslar) ve bacaklar açılmaya başlar. Bacakların, hamstringlerin ve kalça fleksörlerinin açılması, içerdeki daha derin bir açılmanın yansımasıdır.
Dersin zirve duruşuna karar verdikten sonra, tek yapmam gereken dersin ilk yarısında bu duruş için gereken bölgeleri esnetmek ve açmaktı. Derse meditasyon ile başladık. Öncelikle beden ve zihinleri rahatlatmak için üç kere burundan nefes alıp ağızdan verdirerek katılımcıları gevşettim. Beş dakikalık bir meditasyondan sonra, akışa başladık. Zirve duruşuna kadar bazı asanaları birkaç kere tekrarladık. “Ashva sanchalayasana” (yüksek hamle), “uttan pristhasana” (kertenkele/alçak hamle),  “virabhadrasana ı” (birinci savaşçı), “virabhadrasana II” (ikinci savaşçı), “uttanasana” (ayakta öne eğilme) “prasarita padottanasana” (bacaklar açık öne eğilme), “padangusthasana” (ayak başparmağını tuttuğumuz öne eğilme), “pada hastasana” (elleri ayak tabanlarının altına koyduğumuz öne eğilme), “parsvakonasana” (yan açı) bu asanalardı.
Zirve duruşundan hemen önce “eka pada raja kapotasana” (güvercin duruşu) yaptık. Arkadaki bacağı kendimize doğru çekerek kalça fleksörlerini esnettik. Kalça fleksörlerini açmak için “uttan pristhasana”da da arkadaki bacağı kalçalara doğru çektik. “Ashva sanchalayasana”da uzun süre bekleyerek ve bu duruşta burgular yaparak kalça fleksörlerini iyice açtık.
“Prasarita padottanasana”, “padangusthasana”, “pada hastasana”, “uttanasana”, “janu sirsasana” (baş dize öne eğilme) ve “paschimottanasana” (yerde öne eğilme) ile hamstring kaslarını esnettik. Kasıkları açmak için de “ashva sanchalayasana”, “uttan pristhasana”, “prasarita padottanasana”, “parsvakonasana”, “virabhadrasana” ve “upavistha konasana” (oturarak bacaklar açık öne eğilme) duruşlarını kullandık.
Sıra zirve duruşuna gelmişti: “Hanumanasana”. Yüksek hamle duruşunda, arkadaki bacağı yere koyup birkaç kez bedenin ağırlığını öne doğru verdik ve öndeki bacağı düzleştirdik. Ardından bacağı öne doğru düz uzatıp bedenin elverdiği son noktaya kadar açıp asanayı deneyimledik. Sınıfta iki kişi bacakları tam olarak öne ve arkaya doğru açabildi.
20140331_200407
O an aklıma bir fikir geldi. Madem kalçaları bu kadar esnetmiştik, “padmasana” (lotus) da deneyebilirdik. Zirve duruşundan sonra kalçayı dışa çeviren kasları esnetmek için “rock the baby” (beşiği salla) duruşunu yaptık. Ardından ayağı kasığa mümkün olduğunca yakına yerleştirip kalçayı dışa çeviren kasları biraz daha açtık. Diğer bacağı bu bacağın altına yerleştirdikten sonra tam “padmasana” duruşunu yapmayı denedik. Üç kişi tam “padmasana” yaparken diğerleri “ardha padmasana” (yarım lotus) duruşunu deneyimledi.
Dersi “jathara parivartanasana” (yerde burgu) ve “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozu) ile bitirdik. Dersin kapanış meditasyonu sırasında, yaptığımız herşeyi derin bir bağlılık ve sadakatle yaparken başaramayacağımız bir şey olmayacağını söyleyerek bitirdim. Hanuman’ın bize verdiği ders şuydu: “Kendimizi adadığımızda hiçbir şey imkansız değildir.”

bir dersin ardından…

Standard
Yoga eğitmeni olup ders vermeye başlamak harika bir duygu… Yalnız dersleriniz çoğalmaya başlamasıyla kendi pratiğinden uzaklaşmak ve başka eğitmenlerin derslerine yeteri kadar katılamamak ise bu hayatın cilvesi… Yine de vakit buldukça kendi yoga pratiğini yaparken aklına gelen her yeni bilgi ve asana varyasyonu bizi geliştiren en önemli şey… Hele ki başka eğitmenlerin derslerine katılıp daha önceden bildiğin fakat unuttuğun ya da daha önce hiç aklına gelmeyen asanaları deneyimlemek bizi daha da geliştiren bir şey…
2014-02-07 19.14.27
Geçenlerde bir eğitmen arkadaşımın dersine katıldım. O akşam stüdyoda hamile (prenatal) yoga dersim vardı. Aynı saatlerde öteki salonda hatha yoga dersi vardı. Dersime kimse gelmeyince, fırsat bu fırsat diyip hatha yoga dersine katıldım. İyi ki de katılmışım. O akşamki ders beni iki yıl öncesine götürdü. Eğitmenlik kursuna katıldığım günlere…
Eğitmenlik kursu sırasında bir staj dersi vermemiz gerekiyordu. Dörder kişilik gruplar oluşturmuştuk. Ders iki saat sürecekti. Herkese yarım saat düşüyordu. Hatha ya da vinyasa tarzında bir ders hazırlayacaktık. Derste bir zirve duruşu olacaktı. İlk bir saatlik dilimde katılımcıları zirve duruşuna hazırlayacaktık. Bir saatin sonunda zirve duruşunu yapacaktık. İkinci bir saatlik dilimde bedeni dengeleyici ve ters duruşlar olacaktı. En son beş ya da on dakika “savasana” (derin gevşeme ve dinleme pozisyon) ile ders tamamlanacaktı.
Grubumuzun bir buçuk aylık bir süresi vardı. Şanslıydık. Bazı arkadaşlarımız, gruplar oluşturulduktan iki hafta sonra ders vereceklerdi. Haftada bir iki kere buluşup çalışmaya başladık. Önce ders akışını hazırlamak gerekiyordu. Zirve duruşunu bulmak ve ona göre dersin ilk yarısında bedeni hazırlamayan sonrasında da bedeni rahatlatan asanaları seçmek lazımdı.
Sonunda karar verilmişti. Zirve duruşumuz “parivrtta surya yantrasana” (pusula) olacaktı. İşte o akşam, eğitmen arkadaşım da derste bu asanayı zirve duruş olarak kullanmıştı. Ben de bu duruşu yaparken o günlere dönmüştüm. Zirve duruşu, kalça açıcı bir asanaydı. Omuz kuşağını ve kalçaları esnetmek ve bedeni burguya hazırlamak gerekiyordu. Dersin ilk yarısı omuz kuşağını ve kalçaları açıp esnetmeye ve burgulara odaklanmıştı. Tabii ki karın kaslarını da çalıştırmıştık.
O akşam eğitmen arkadaşım derse yerde uzanarak başlattı. Sırt üstü uzandık ve karın kaslarını çalıştırmaya başladık. Bacaklarımızı tek tek yere indirdik kaldırdık. Ardından iki bacağı birden yere indirdik kaldırdık. “Navasana” (sandal) varyasyonlarıyla karın kaslarına biraz daha odaklandık. Sırt üstü uzanırken sağa ve sola dinamik burgular yaptık. Oblik kaslarını çalıştırmak için dizleri yere değdirmedik. Stüdyonın ortaklarından diğer eğitmen arkadaşım da derse girmişti. Onun matı (minderi) ile benim matım yan yanaydı. İkide bir birbirimize bakıp “dersin zirve duruşu ne olacak acaba?” diye soruyorduk.
Karın çalışmalarına biraz ara verip ayaktaki asanalara geçtik. “Surya namaskara” (güneşe selam) serilerinin aralarına”virabhadrasana II” (ikinci savaşçı), “parsvakonasana” (yan açı duruşu) ve “svarga dvijasana” (cennet kuşu) gibi asanalar serpiştirilmişti. Aralarda “adho mukha svanasana” (aşağı bakan köpek), “phalakasana” (sopa), “chaturanga dandasana” (şınav) da yapıyorduk. İyice meraklanmıştım. Zirve duruşu ne olacaktı acaba?
Biraz denge de çalıştık. “Eka pada adho mukha svanasana” (tek bacak havada aşağı bakan köpek) duruşunda bazen kalçayı kare tutuyorduk (yani kalçanın biri yukarıda biri aşağıda değil, eşit hizada) bazen de kalçanın açısını bozuyorduk ve havadaki ayağı iyice yukarıya kaldırıyorduk. Tüm bunlara ek olarak “kuadriceps kaslarını” (ön bacak kaslarını) esnetmek için ayakta tek bacağımızı dizden büküp ayağı kalçaya doğru yaklaştırmaya çalışıyorduk. Bunu yaparken önce iki dizi aynı hizada tutmaya çalıştık. Sonra dizi biraz arkaya doğru açtık. En sonunda bir bacağımızın ön kaslarını esnetirken bir yandan da göğüs kafesini açmaya çalıştık. Bunu yaparken bel omurlarımızı sıkıştırmamaya dikkat ettik.
Sonra tekrar yerdeki asanalara dönmüştük. Zirve duruşunu bir türlü tahmin edememiştim. Yere oturduktan sonra kalça açıcı birkaç asanaya yönelmiştik. “Rock the baby” (beşiği salla) ve “akarna dhanurasana” (yay kulağa duruşu) yaparken birden iki yıl öncesine dönmüştüm. Kendi staj dersimize… Sanırım eğitmen arkadaşım da o akşam bize aynı duruşu yaptıracaktı. Heyecanla, “zirve duruşu yoksa parivrtta surya yantrasana mı?” diye sordum. Evet öyleydi. İnanır mısınız; bu asanayı kendi staj dersimizde yaptıktan sonra unutmuştum. Derslerimde hiç kullanmamıştım. Neden bilmem. Asana aklımdan çıkıp gitmiş. Oysa çok etkili bir asana. Hem kalça açıcı hem burgu… Güzel bir zirve duruşu…
“Akarna dhanurasana”dan sonra bacağı “hamstring kasları”nın (arka bacak kaslarının) elverdiği ölçüde yana doğru açmaya çalıştık. En son elimizle ayağı yakalayıp bacak arasından yana doğru döndük. Ve zirve duruşunu sağ tarafta tamamlamıştık. Sırada sol bacak vardı. Aynı seriyi sol bacakta da tekrarlamıştık.
Zirve duruşundan sonra “paschimottanasana” (yerde öne eğilme) ve “twisted roots” (dönmüş kökler) burgusuyla ders sonlandı.
“Savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) öncesinde “nadi shodhana pranayama” (enerji kanallarını arındırma nefesi) yapmıştık.
Tüm ders boyunca, eğitmen arkadaşımız sağ ve sol enerjilere dikkatimizi çekmişti. O günkü ders hatha yoga tarzındaydı ve güneş ve ay, eril ve dişil, sağ ve sol enerjilere yönlenmesi gayet doğaldı. Bedenin sağ ve sol tarafının ne kadar farklı hissedebileceği, bir tarafın dengesinin diğer taraftan ne kadar farklı olabileceği, bir tarafta çok rahat yapabildiğimiz bir asanayı öteki tarafta o kadar rahat yapamayabileceğimizi, bir tarafımızın diğer taraftan daha esnek ya da güçlü olabileceği… Tüm bunlar ders boyunca eğitmen arkadaşımızın bize hatırlattığı bilgilerdi. Zaten zirve duruşu, belki de sırf bu sebeple asimetrik bir asanaydı. Bedenin iki farklı enerjisini daha iyi hissettirtmek için…
Dersin sonunda ne mi hissettim? “Savasana”da uzanırken, bedenimin sol tarafının daha çok gevşediğini, derslerim çoğaldıkça başka eğitmenlerin derslerine girip rahatlamaya ne kadar çok ihtiyaç duyduğumu, bir başka eğitmenin dersinde yeni asanalar ve yeni bilgiler edinebileceğimi ve başka derslerin ufkumu açabileceğini… Yeni deneyimlere açık olmamız gerektiğini… Açık olduğumuzda da yepyeni deneyimlerin gelip bizi bulabileceğini…

enerji verebilmek!

Standard

Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Bir anaokulunda yoga dersleri vermeye başladım diye. Çocuklarla yoga yapmak gerçekten zor ama çok da eğlenceli. Onlarla ilgili deneyimlerimi bundan sonraki yazılarımda anlatacağım. Bugünkü yazım yine anaokuluyla ilgili ama çocuklarla değil onların velileriyle ilgili. “Ne alaka?” diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. Hemen açıklığa kavuşturayım. Anaokulunda akşamları ve hafta sonları velilere ve öğretmenlere yoga dersleri vermeye başladım. Benim için çok değişik bir deneyim oldu. Neden mi? Anlatmaya başlayım en iyisi…

2009-2010 tum fotolar 730

Geçen hafta bir akşam anaokuluna gittim. Öğretmenler ve velilerle yoga yapmak için. İki öğrencinin velisi henüz gelmemişti. Öğretmenler ya derse girecekti o iki öğrenciyi de yanlarına alarak ya da veliler gelene kadar bekleyecektik. Herkesin ilk yoga deneyimiydi ve daha fazla beklemek istemiyorlardı. İyisi mi biz iki öğrenciyi de yanımıza aldık ve derse başladık.

Ders başlamadan minik öğrencilerimle konuştum. “Bugün biz annelerle ve öğretmenlerle yoga dersi yapacağız. Büyüklerle yaptığımız yoga dersi sizinle yaptıklarımızdan biraz farklı. Sizden bir şey istesem yapar mısınız?” İkisi birden bağırarak, “eveeeeeetttt.” “O zaman sizden ders boyunca tıp oynamanızı rica ediyorum. Bugün bir tek ben konuşacağım. Diğer öğretmenleriniz de susacak. Siz de isterseniz büyük yogasını deneyebilirsiniz” dedim. Büyük insan yerine konmak çok hoşlarına gitti.

Müziği ayarladım. Hava kararmıştı. Sınıfın ışıklarını açtığımızda etraf çok aydınlık olmuştu. Işıkları kapattım. Kapıyı aralık bıraktım. Koridorun ışığı bize yeterdi. “Sukhasana”da (kolay oturuş-bağdaş) oturarak başladık. Öncelikle omurganın dik tutulması, omuzların yuvarlanması, çenenin yere paralel olması gibi temel oturuş hizalanmalarını hatırlattım. Sonra gözlerini kapatmalarını istedim. İlk olarak burundan nefes alıp ağızdan verdik tam üç kere. Biraz gevşemek ve günün yorgunluğunu ve stresini atmak için. Sonra burundan nefes alıp vermeye geçtik. Bizim iki yumurcağı görmeliydiniz. Onlar da derin derin nefes alıp vermeye başlamışlardı. İlk kopan öğretmenlerden biri oldu. Başladı kahkahalarla gülmeye. Derken hepimiz koptuk. Başlangıç meditasyonu yalan olmuştu. Hepimizin dikkati dağılmıştı ama gerçekten de iki yumurcağın hali görülmeye değerdi. Kendilerini o kadar çok derse vermişlerdi ki bizim yaptıklarımızı yapmaya çalışıyorlardı. İki aylık bir süre içinde minik öğrencilerimle bir bağ oluşmuştu aramızda. Onlar beni çok seviyordu, ben de onları…

Neyse bu olayı çabuk atlattık çünkü o sırada kapı çaldı ve velileri gelip aldı yumurcakları. Artık biz büyükler baş başa kalmıştık.

Büyük öğrencilerimin ilk yoga deneyimiydi. O nedenle ayaktaki asanalardan başlamak istemiştim. Ders boyunca en çok üstünde durduğum şey, dizlerini ayak bileğinin üstünde tutmaları ve özellikle ayaktaki öne eğilmelerde diz kapaklarını yukarı çekerek kuadriceps (ön bacak) kaslarını sıkmalarıydı. Tüm bunlar asanalarda yanlış hizalanmayı ve sakatlanmaları önlemek içindi.

“Tadasana” (dağ duruşu), “uttanasana” (ayakta öne eğilme), “virabhadrasana I” (birinci savaşçı), “virabhadrasana II” (ikinci savaşçı), “parsvakonasana” (geniş açı duruşu), “utkatasana” (sandalye), “trikonasana” (üçgen), “prasarita padottanasana” (bacaklar açık öne eğilme), “parsvottanasana” (bacaklar ayrı baş dize), “vrksasana” (ağaç) o gün üzerinde durduğumuz başlıca ayaktaki asanalardı.

IMG-20131124-WA0000

Hayatlarında daha önce hiç yoga dersine katılmadıkları için, özellikle hizalanma kurallarını uzun uzun anlatıyordum. Dersimiz “hatha” (güneş-ay) tarzı bir ders olmuştu.

Üstüne üstlük, grup kıkırdanıp duruyordu. Aynadan kendilerine bakıyorlar. “Ben bunu yapabildim”, “aaaaayyyy ben ne kadar hammışım”, “doğru yapabildim mi?”, “sizce diz kapaklarımı yukarı çekebildim mi?” gibi cümleler ve sorularla karşılaşıyordum. Bir yandan asanaları yapıyorlar bir yandan da gülüyorlardı. Dersimiz çok eğlenceli hale gelmişti ki grup, “sizce yoga dersinin ciddiyetini bozmadık mı?” diye sordu. “Hayır, tabii ki bozmadık. Her yoga dersi ruhani ve ciddi olacak diye bir şey yoktur” dedim onlara.

Ayaktaki asanalardan sonra yerdeki asanalara geçtik. “Paschimottanasana” (oturarak öne eğilme/doğuya bakan duruş), “marichyasana” (bilge Marichy duruşu) ve “baddha konasana” (kelebek) bunlardan birkaçıydı.

Sonra yere uzandık biraz karın çalıştırmak için. Bacakları 90 derece havaya kaldırdık ve adım adım her nefes verişte biraz aşağı indirdik. Ardından bacakları teker teker yere indirdik. Karın kasları yanınca, bacaklara sarılıp göğsümüze çektik (apanasana). Karın kaslarımızın acısını en iyi kalça kaslarını çalıştırarak unutabilirdik. En iyisi yan kalça kaslarını çalıştırmaktı. İğneden iplik duruşu bunun için birebirdi.

Artık dersin sonuna gelmiştik. Jathara parvirtanasana” (karından burgu) yaptık ve “savasana”ya (derin gevşeme ve dinlenme pozu) geçtik. O gün akşam dersine uygun olarak hafif caz şarkıları çalıyordum. Sözlü yönergelerle sınıfı derin gevşemeye hazırladım. Ardından tek tek öğrencilerimin yanına giderek bedenlerinin gergin olabilecek noktalarına ufak müdahalelerle gevşemelerine yardımcı oldum. Ardından oturup bekledim. “Savasana”yı bilerek uzun tutmuştum. Tüm günün yorgunluğu ve stresi üstüne bir de yoga dersinin yorgunluğunun eklendiğini düşünüyorlardı; çünkü yorulmuşlardı asanaları yaparken. Beden ilk defa alıştığının dışında bir şey yapıyordu. Ama “savasana” bedeni gevşetmek, dinlendirmek ve enerji toplamak için harika bir asanaydı. Öğrencilerimin ilk yoga deneyimi olduğu için yoga dersinde ne kadar yorulduklarını düşünürlerse düşünsünler ders bittikten sonra müthiş bir enerjiyle dolacaklarını bilmiyorlardı.

Yavaş yavaş uyandırdım sınıfı “savasana”dan. Bağdaşta oturduk. Yoganın, beden, zihin ve ruh birliği ve bütünlüğü olduğunu ve bu nedenle gevşeyip dinlenip enerjiyle dolabildiğimizi söyledim. Her ne kadar ders boyunca zihnimizi susturmayı başaramamış olsak da, etrafımızda olan olaylardan etkilenmiş olsak da, yumurcakların nefeslerini duymuş ve onlara gülmüş olsak da, dikkatimiz dağılmış olsa da, bu ilk yoga dersimizdi. Zaman içinde beden, ruh ve zihin birliğini ve bütünlüğünü sağlayabilecektik. Pes etmemeli ve yolculuğumuza devam etmeliydik.

Dersin sonunu böyle bağlamıştım. Öğrencilerimin gözlerini açtırdığım zaman bir alkış koptu sınıftan. İnanır mısınız bu güne kadar çok güzel geribildirimler almıştım öğrencilerimden ama böylesine bir alkış ilk defa alıyordum. Çok duygulandım ve çok hoşuma gitti bu geribildirim. Heyecanla eve geldim ve eşime anlattım. O gün ikinci dersimdi, yorulmuştum ama çok mutluydum.

Ertesi gün miniklerimle dersim vardı. Anaokuluna gittim ve bir tezahüratla karşılandım. “En sevdiğim öğretmenim benim” diye karşılıyordu beni dersime giren eğitmen arkadaşlarım. İşte bu her şeye değerdi. Demek ki, vermek istediğim enerjiyi verebilmiştim ve onlar da almıştı. Demek ki aramızda güzel bir etkileşim oluşmuştu. Zaten tüm çabalarımız bunun için değil miydi?

hiç aklımda yokken dersim nasıl meditatif hale geldi?

Standard

Yaklaşık bir buçuk yıldır yoga dersi vermekteyim ama henüz hiç bir dersimde öğrencilerime meditasyonu deneyimletmemiştim. Geçen günkü dersim bizim için bir ilkti. Nedendir bilmiyorum. Belki hiss-i kablel vuku belki de o gün gerçekten benim de böyle bir derse ihtiyacım vardı. Denge üzerine yoğunlaşmaya karar vermiştim derse gitmeden önce. Yine akışımız denge üzerineydi ama daha çok konsantrasyona ve meditasyona yönlenmeye karar vermiştim.

BEN_4569

Ders başında müziği ayarladım. Öğrencilerimden istedikleri bir meditasyon oturuşuna geçmelerini istedim. Aslında aklımda meditasyon deneyimlemek yoktu. Birden ortam beni meditasyona itti. Günün stresini atmaları için öğrencilerime ilk başta burundan nefes alıp ağızdan nefes vermelerini ve bunu üç kere tekrarlamalarını söyledim. Nefesle rahatladıktan sonra, omuzlarını geriye ve aşağı doğru ittirip kulaklarından uzaklaştırmalarını ve omurgalarını dik tutmalarını hatırlattım. Artık meditasyona hazırdık. Fazla sözlü önergeye girmeden sadece nefese odaklanmalarını istedim. Gözler kapalıyken zihin dururdu ve nefese de odaklanıldığında anda kalmak çok daha kolay olurdu. Uzun değil sadece beş dakika kadar meditasyon deneyimledi öğrencilerim. Sonra yavaş yavaş oturduğumuz yerde lateral (yanlara) esneme, hafif bir burgu ve pelvik tilt ile devam ettik.

Ardından ayağa kalkarak “surya namaskara” (güneşe selam) ve “chandra namaskara” (aya selam) ile bedenimizi ısıtmaya başladık. Bunu “virabhadrasana I” (birinci savaşçı), “virabhadrasana II” (ikinci savaşçı), “parsvakonasana” (geniş açı), “parsvottanasana” (bacaklar ayrı baş dize) , “parivritta parsvakonasana” (ters geniş açı), “ashva sanchalanasana” (yüksek hamle) ve “anjaneyasana” (alçak hamle) gibi ayakta kalça ve göğüs açıcı asanalar takip etti.

Kalça ve göğüs açıcı asanalara odaklanmamızın sebebi dersin zirve duruşunun “ardha chandrasana” (yarım ay) ve “parivrtta ardha chandrasana” (ters yarım ay) duruşu olmasıydı. Zirve duruşumuz bir denge duruşu olduğu için de öncesinde biraz dengemizi test etmek istedim.

Denge deyince, ilk akla gelen zemini sağlam kurmak. O nedenle öğrencilerimi “tadasana”da (dağ duruşu) beklettim bir süre. Önce ayak başparmaklarını yerden kaldırmalarını ama bunu yaparken diğer tüm parmaklarını yerde tutmaya çalışmalarını istedim. Sonra tam tersini, yani ayak başparmağını yerde tutarken diğer tüm parmakları kaldırmaya çalıştık. Ardından tüm ayak parmaklarını yerden kaldırırken bir dağ gibi sağlam durmaya çalıştık. “Tadasana”da doğru duruşu öğrenebilmek için ağırlığı ilk önce ayak parmaklarına sonra topuklara ve en son da tam orta noktaya vermeyi deneyimledik. Sonunda köklendik. Şimdi sıra birkaç denge duruşu denemeye gelmişti. “Garudasana” (kartal), “vrksasana” (ağaç), “urdhva prasarita eka padasana” (ayakta bacakları ayırma/split) bunlardan bazılarıydı.

Dersin ilk yarısında, yani zirve duruşuna hazırlanırken, öğrencilerin dikkatini çektiğim bir nokta daha vardı. Bir yılı aşkın süredir onlarla birlikte yoga yapmaktaydık. Ne kadar geliştiklerini görebiliyordum ve bu beni çok mutlu ediyordu. Artık asanaları daha özenli yapma ve asanalar arasında “su gibi”, “sessiz”, “kolay” ve “yumuşak” akmalarının zamanı gelmişti. Neden mi bahsediyorum?  Hani vinyasa akışlarında “ardha uttanasana”dan (yarım öne eğilme) “chaturanga dandasana”ya (şınav) zıplıyoruz ya, işte bu zıplayışı “paldır küldür”, “güm pat” gibi sesler çıkarmadan “yumuşacık” yapmaktan bahsediyorum. Aynı şekilde “adho mukha svanasana”dan (aşağı bakan köpek) öne zıplarken de aynı yumuşaklığı hissetmek. Sanki evde bir bebek uyuyormuş da biz bu boş zamanı sessizce bebeği uyandırmadan yoga yaparak geçirmek istermiş gibi… Yumuşakça bir asanadan diğerine akmak… Bu arada nefesi doğru ve etkin kullanmak… Öğrencilerimin arasına girdim. Ben de onlarla birlikte akmaya başladım. Öyle bir uyum sağlamıştık ki anlatamam.

Bu, öğrencilerim için yeni bir deneyimdi. İlk defa bu kadar yumuşak akışlar denemiştik. Karın kaslarını etkili kullanmak, bir asanadan diğerine yumuşakça geçişler ve sakin ve huzurlu nefesler… Dersin başında kısa bir meditasyon… Her şey dersin sonunda yaratmak istediğim etkiye katkıda bulunuyordu.

Zirve duruşundan sonra birkaç dengeleyici ve ters duruştan sonra sıra geldi “savasana”ya (derin gevşeme ve dinlenme duruşu). Bugüne kadar bu grupla tüm derslerimde savasana sırasında sözlü yönerge veriyordum. Ayaklarınız rahat, bacaklarınız rahat gibi ayaktan başın tepesine kadar tüm bedeni tarayarak sözlü yönergelerle ve ardından yanlarına giderek öğrencilerimin bedenlerini masaj ile gevşeterek savasana yaptırıyordum. Bu sefer farklı bir ders istedim. Dersin teması farkındalık yaratmaktı. Tüm ders boyunca asanalar arası nefesin yardımıyla yumuşak geçişler yapmıştık ve bu nedenle bu dersin “savasana”sı da farklı olacaktı.

Savasana için sözlü yönerge vermeyeceğimi, anda kalmak için benim derslerde yaptığım gibi ayaktan başın tepesine kadar bedeni taramanın ya da nefeslere odaklanmanın iyi bir yöntem olduğunu hatırlattım. O derste savasanaya hiç müdahale etmeyeceğimi ve öğrencilerime kendi deneyimlerini yaşamalarını istediğimi söyledim. Kendi hallerine bıraktım onları ve müziği ayarladım. Yaklaşık beş dakikalık bir parçaydı. Kendim de “savasana”ya geçtim. Gözlerim kapalı, bedenim rahat, inanılmaz bir deneyimdi. Sanki öğrencilerimin ve benim enerjilerimiz birleşmiş ve etrafa yayılmıştı. Tamamen konsantre oldum ve meditasyona daldım diyebilirim. Şarkı bitti ve benim öğrencilerimi uyandırmam gerekiyordu ama kendim meditasyondan kalkmak istemiyordum ki. Kısık bir sesle yönergelere başladım ama yönergeleri dinlemeyebilirsiniz ve kendi istediğiniz zamanda uyanabilirsiniz diye de söyledim. Çünkü belki beden, zihin ve ruh henüz uyanmaya hazır değildi. Tıpkı benimki gibi… Yine de önce nefese yönlenin ardından ufak hareketlerle bedeni uyandırın, bacakları göğsünüze doğru çekin gibi “savasana”dan klasik uyanma yönergelerini verdim. Sonunda gözler hale kapalıyken oturma pozisyonuna geçtik. Avuç içlerini birbirine sürtüp ateş elementini canlandırıp gözlerimizin üstünü kapattık. Sonra elleri yavaşça aşağı kaydırarak göğüs önünde birleştirdik. Dersi bitirmeden önce birkaç cümleyle denge ve farkındalık üzerine dikkat çektim ve sonunda gözlerimizi açıp dünyaya geri döndük.

Öğrencilerimden aldığım geri bildirim inanılmazdı. Renkler gördüklerini, tamamen gevşediklerini, hiç mi hiç uyanmak ve kalkmak istemediklerini söylediler. Neden böyle olmuştu? Ben de onlarla birlikte meditasyona yatmıştım. Asanaları farkındalıkla yaparak ve denge ve nefese odaklanarak kendimizi gevşemeye ve meditasyona hazırlamıştık. Her şey bedeni, zihni ve ruhu hazırlamakla ilgiliydi. Sen vermek istediğin enerjiyi tüm ders boyunca işle ve neler olabileceğini ders sonunda gör… Farkında ol, nefese odaklan ve öğrencilerinle etkileşim içinde ol… Sonuç? Bilmiyorum ama denemeye değmez mi sizce?