Tag Archives: vinyasa

farkında ve uyumlu olmak…

Standard

Bir süredir yoga dersleri ve eğitimleri dolayısıyla çok yoğundum. Süregelen derslere yetişirken bir yandan da yoga eğitmenlik eğitimi için yeni kitaplar okuyor ve kitapçığı hazırlıyordum. Tabii ki eğitmenlik eğitimi işinde yalnız başıma değildim. Kendisi de gerçek bir “yogini” olan arkadaşım ile birlikte baş koymuştuk bu işe… Yine de bir yandan derslere yetişmek, bir yandan eğitmenlik eğitimi için hazırlanmak bir yandan da özel hayatını idame ettirmek o kadar da kolay değilmiş. Tüm bu koşuşturma arasında yoga yazılarıma ara verdim. İstemeden de olsa…

Yeni yılı yaşadığım şehirden uzakta deniz kenarında karşıladım. Dört günlük bu kaçamak bana o kadar iyi geldi ki!. Meğer ne kadar çok ihtiyacım varmış şehirden uzaklaşmaya ve biraz kırsalda vakit geçirmeye… Kendi başıma kalmaya, denizi seyretmeye, denizi seyrederken bir şeyler yudumlamaya, yürüyüş yapmaya ve zaman mevhumu ve yetişme mevhumu olmadan birkaç gün geçirmeye… Bu kısa kaçamaktan döndüğümde de kendimi bilgisayar başında buldum. Yeniden yazmak için…

En son yazıyı paylaştığımdan bu yana derslerde o kadar çok şey deneyimledim ki!. Gerek yoga hakkında yazılmış kaynakları yeniden okumak gerekse daha önceden katıldığım eğitimleri gözden geçirmek ve tüm bunların sentezini yapmak beni sanki yürüdüğüm bu yolda biraz daha geliştirdi. Meğer uzun zamandır derslerde sadece bedensel çalışmalara odaklanmışım. Halbuki bu işin bir de ruhani ve zihinsel yönü de vardı. Yoga yolunda biraz daha derinleşmeye başladığımda derslerde de derinleşmeye başladım.

Yeni yıla girmeden önceki hafta eski yılı tamamlamayı ve o yıl ile hesapları kapatmayı amaçladım derslerde… Geçmiş, sadece geçmişti… Bize bir getirisi yoktu. Üstüne üstlük bizden çok şey götürüyordu. Bizleri keder ve üzüntüye boğuyordu. Ego dediğimiz şey, ya da zihin, geçmişten beslenerek büyümeyi ve kendine acımayı seviyordu. O halde 2017 yılı sona ererken geçmişten yani o yıldan yeni yıla herhangi bir yük getirmemeli her şeyi o yılda çözmeli ve bırakmalıydık. Bedensel, zihinsel ve ruhsal yüklerden arınmalı ve temizlenmeliydik. 2018 yılında ise ne geçmiş ne de gelecek odaklı olmalıydık. Gelecek de zihnin beslendiği hallerden biriydi. Gelecek, adı üstündeydi ya… Gelecek… Yani bilinmez… Bilinmezin getirdiği endişe ve korku… Üzüntü ve keder ya da korku ve endişelerle yaşamaya ne gerek vardı? Peki o zaman ne yapmalıydık? 2018 yılı için kendimize ne gibi bir yol çizmeliydik? Sadece ve sadece “an”ı yaşamalı, “an”da kalmalı, “şu an”a değer vermeli, “şimdi” nedir onu anlamalı ve “şimdi”yi deneyimlemeliydik. Bu amaçla şekillendirdiğim yoga dersleri nasıl mı oldu? Niyetimiz belliydi zaten. “Sadece ve sadece an’ı yaşamak, an’da kalmak, şu an’a değer vermek, Şimdi nedir onu anlamak ve şimdi’yi deneyimlemek…” Peki bu amaca ulaşmak için nasıl bir ders yapmalıydık? Nefesi ön plana çıkaran, nefes ile bedenin birlikte aynı anda uyum içinde hareketine odaklanan bir ders. Böylece beden ve ruh birliğini ve uyumunu sağlamış olacaktık. Ve tabii ki bu ikiliye zihin de katkıda bulunmalıydı. Zihin de bedeni ve nefesi takip edip izlerken, zihin de sadece eğitmenin dediklerini dinlemeli ve kendi bildiğini okumamalıydı. Her zaman alıştığı “vinyasa”lardan (akış) farklı akışlar yaptırmalı ve zihni şaşırtmalıydık. Böylece zihin kendi bildiğini okumak ve alıştığı yoldan gitmek yerine “an”da kalabilir otomatik olarak değil farkına vararak bir şeyler yapabilirdi… Yeni yıl için aldığımız en önemli karar neydi diye soracak olursanız… Günlük hayatta zor olsa da yapmayı başaramasak da, en azından tüm yoga derslerinde “an”da kalarak, “şu an”ı yaşayarak ve fark ederek, farkında olarak, otomatik olarak değil beden, zihin ve ruhun tam birlikteliği ve uyumu ile çalışmak…

an’ın getirdikleri…

Standard

Yoga eğitmenlik kursu sırasında iki tarz ders üzerinde uzun uzun konuşmuş ve çalışmıştık. Bunlardan bir tanesi daire şeklinde kurgulanan diğeri ise zirve duruşuna hazırlanan dersti. Eğitmenliğe başladığımdan beri derslerde zirve duruşuna hazırlanılan tarzı tercih ediyorum. Dersin ilk yarısında bedeni ve zihni o günkü zirve duruşuna hazırlıyor; ikinci yarısında ise bedeni dengeliyor, duruşun tam tersi duruşlarla bedeni rahatlatıyor ve en sonunda bedenleri dinlendiriyorum. Geçenlerde grup dersine gittiğimde öğrencilerden biri “ortaya karışık” bir ders yapıp yapamayacağımızı sorduğunda aklıma hemen daire şeklinde kurgulanan ders geldi.

Başlangıç meditasyonu sonrasında bedenleri “surya namaskara” (güneşe selam) serileri ile ısıttık. Bedenler iyice ısındıktan sonra ayaktaki asanalar üzerine yoğunlaştık. Her bir asana sonrasında “vinyasa” (akış) ile bedeni tazeliyor ve sonra diğer “asana”yı (duruş)  yapıyorduk. Hatta ders biraz daha hareketli olabilmek için asimetrik duruşlarda sağ ve sol taraf arasına bile “vinyasa” sıkıştırıyorduk. Bu şekliyle ders “ashtanga yoga” tarzına benzemişti. Ama tabii ki ben “ashtanga yoga” serisini ezbere bilmiyordum ama daire planlı bir ders çalıştırayım derken biraz da “ashtanga yoga”ya kaymıştık.

Ayaktaki asanalar sonrasında öne ve arkaya eğilmeler ile devam ettik. Her bir asana duruşundan iki ya da üç “asana” yapıyorduk. Burgular, karın güçlendiriciler ve kalça açıcılar ile devam ettik. Her “asana” sonrası bir “vinyasa”… Hava sıcak, sınıf sıcak, içimizdeki “agni” (ateş elementi) harekete geçmiş ve belki de bu grup ile ilk defa bu kadar hareketli bir ders yapıyorum…

En son ters duruşlar… Sınıf karışık bir sınıf olduğu için, yeni başlayanlar ve müdavimler olduğu için ters duruşlar arasından seçim yapmalarını istedim. İsteyenler “salamba sirsasana” (destekli baş duruşu), isteyenler “salamba sarvangasana” (destekli omuz duruşu) ve isteyenler de “adho mukha vrksasana” (kol duruşu)…

Dersi “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) ile tamamladık. Dersin sonunda tek bir şey düşünüyordum. Neden zirve duruşlu dersleri daha çok seviyor ve tercih ediyordum? Sanırım cevabı bulmuştum. Tekdüze şeylerden hoşlanmıyordum. Bir sonraki hamlenin ne olacağını bilmek ve her şeyi bilerek hareket etmeyi sevmiyordum. Bilinmezi seviyordum. Hani meşhur “anı yaşamak”, “anda kalmak” ve “bir dakika sonra ne olacağını bilmeyerek sadece o anı yaşayıp o anın içinde mutlu ve huzurlu olmak” sözleri var ya… İşte ben onu seviyordum. Bir sonraki hamleyi bilerek yaşadığımızda zihin de her şeyi önceden bildiği için bedenden ve nefesten yani ruhtan önce hareket ediyor. O zaman da sadece zihnin yönlendirdiği ve zihnin hükmettiği kişiler haline dönüyoruz. Kukla oluyoruz. Halbuki sadece “o anın” getirdiklerini yaşamak ve mutlu olmak mümkün… İşte ben tam da bunu yapmaya çalışıyorum…

gelişmek ve ilerlemek

Standard

Baharla birlikte ben de uçmaya başladığımın farkındayım. Yerimde duramıyorum. Ne demiş şair: “Beni bu güzel havalar mahvetti.” Ben de tıpkı şairin dediği gibiyim. Bilgisayarın başına oturup yazı yazmak içimden gelmedi. Onun yerine kırlarda dolaşmak, masmavi denize bakmak ve keyif çatmak istedim. Ama tabii ki “Ağustos böceği” halinin de bir sonu olmalı, öyle değil mi? Gerçek hayata ve koşuşturmaya geri döndüm ve soluğu bilgisayarın başında aldım.

Daha önceki yazımda ilkbaharın bedenimizde yarattığı değişikliklerden ve baharda ne tarz bir yoga yapmamız gerektiğinden bahsetmiştim. Geçtiğimiz hafta da yazıya uygun dersler yaptık. Bazı derslerde “surya namaskara” (güneşe selam) yaparken bazı “vinyasa” (akış) derslerinde arkaya eğilmelere ve denge duruşlarına odaklandık. Bazı “yin” (dişil enerji) yoga derslerinde ise karaciğer meridyenine yoğunlaştık ve kış boyunca besinlerle ağırlaşan karaciğeri biraz arındırmaya çalıştık.

Arkaya eğilmelere odaklandığımız derslerin birinde öğrencilerden birkaçının ne kadar geliştiğine tanık oldum. Yaklaşık bir senedir birlikte çalıştığım bir grupta “urdhva dhanurasana” (tam köprü) denemeye karar verdim. Arkaya eğilmelerin içinde çoğunluğun zorlandığı duruşlardan biriydi “urdhva dhanurasana”… Her ne kadar herkes zorlansa da, yine de zaman zaman bu “asana”yı (duruş) deneyip bedenleri ve zihinleri alıştırmak ve derinleşmek istemekte…

Her zaman olduğu gibi, o gün de, dersin ilk yarısında göğüs kafesini, omuz kuşağını ve bacakların önündeki kalça fleksör kaslarını zirve duruşu için hazırladık. Sıra zirve duruşunu yapmaya geldiğinde üç aşamalı çalıştık. İlk aşamada “setu bandhasana” (yarım köprü), ikinci aşamada “setu bandasana”ya yerleştikten sonra başın tepesini yere koyduk ve elleri başın iki yanına yerleştirip beş nefes bekledik ve son aşamada da “urdhva dhanurasana” denedik. Kimi öğrenciler sadece ikinci aşamada kaldı. Kimileri ise benden yardım istedi ve o şekilde duruşu yaptı. Bir anda iki öğrencideki gelişimi farkettim. İkisi de kendi başlarına “asana”yı yapmıştı. Hele içlerinden bir tanesi göğüs kafesinin kapalı olduğunu düşünüyor ve arkaya eğilmeleri yaparken göğüs kafesinin “çıtırdağını” söylüyordu. Bu öğrenciden duruyu tekrar yapmasını istedim. Ve öğrenci duruşu tekrar yaptı, kollarının üzerinde yükseldi ve bir nefes daha alarak göğüs kafesini iyice açtı. Sanırım yaşadığım en mutlu anlardan biriydi. Zaman içinde bir öğrencinin bu kadar geliştiğini görmek, hiç yapamayacağını düşündüğü bir duruşu yapabildiğini görmek… Bundan daha öte bir mutluluk yoktu sanki…

Diğer öğrenci de “urdhva dhanurasana”yı hiç yapamayan birisiydi. O gün derste kollarının üzerine yükseldi ve göğüs kafesini açtı. Belki tam olarak göğüs kafesini ileriye doğru açamadı ama cesaret ile zorlandığı bu “asana”yı denedi ve ilerleme kaydetti. Azmin elinden hiçbir şey kurtulmuyordu.

Bir başka öğrenci ise beni derinden etkiledi. “Camatkarasana”dan (vahşi şey) “urdhva dhanurasana”ya geçmeyi denettim. Öğrencilerden birinin esneklik ve gücü sayesinde bu geçişi yapabileceğini fark ettim ama korkuyordu. Cesaretlenmesi için yanında durdum ve bu duruşu yapabileceğini, benim de ona destek olacağımı söyledim. Sadece yanında durdum ve biraz cesaret verdim. Öğrenci, bir “asana”dan diğerine geçebildi.

O gün derste bir kere daha azmin elinden hiçbir şeyin kurtulmayacağını fark ettim. Yeter ki içimizdeki gücün farkında olalım ve kendimize inanalım. Tabii bir de çok çalışalım. Vazgeçmeyelim, pes etmeyelim, deneyelim, çalışalım. Ne demiş yoga üstadı Pattabhi Jois: Yoga, yüzde 99 egzersiz yapmak (pratik) yüzde 1 teori…

sağlam kökler, sağlam yaşam

Standard

İki hafta önce cemreler düşmeye başladı. Önce havaya, sonra suya ve en son da toprağa… Bundan önceki iki yazımda düşen cemrelerle birlikte yoga derslerinde bedeni dengelemeye çalıştığımızdan ve bedenlerimizi yaklaşan ilkbahara hazırladığımızdan bahsetmiştim. Cemreler baharın gelişini simgeliyordu. Kışın ağırlığından kurtulmak ve değişen hava koşullarına uyum sağlayabilmek için yoga derslerinde bedenimizi cemrelere tekabül eden elementlere uygun olarak çalıştırarak bedenleri ilkbahara hazırlayabilirdik.

Cemre neydi? Cemre, ilkbahar başlangıcında yedişer gün arayla sırasıyla havada, suda ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık artışıydı. Kelime anlamıyla kor halindeki ateş… Birinci cemrenin 20 Şubat’ta havaya, ikinci cemrenin 27 Şubat’ta suya ve üçüncü cemrenin de 6 Mart’ta (artık yıllarda 5 Mart) toprağa düştüğü varsayılır.

İlk iki hafta hava ve su elementiyle ilgili akışlar çalışmıştık. Bu son hafta sırada toprak elementi vardı. Toprak elementi “muladhara çakra” (kök çakra) ile ilgiliydi ve kuyruksokumunda bulunuyordu. Kök çakrası, yaşamdı. “Muladhara çakra”, bedenimizle ve varlığımızla, çevremizle ve dünya ile en derin bağlantılarımızı düzenliyordu. Bu çakra, yeme, içme, barınma, ev sahibi olma, aile, geçim ve geçim kaynağı gibi tüm yaşamsal değerleri içeriyordu. Kendimizi güvenli hissetme, temel ihtiyaçlar, hayatı idame ettirebilme, hayatta kalabilme ve kökler ile ilgiliydi.

“Muladhara çakra”, toprak elementi ile ilgili olduğu için köklenme üzerine çalışmak gerekiyordu. Ayaktaki duruşlar ve denge duruşları… Derslerde ayaktaki duruşlarda derinleşmeye ve zirve duruşu olarak da bir denge duruşu denetmeye karar vermiştim. Tüm ders boyunca ayaktaki duruşlarda her iki ayak tabanından da derin köklenme üzerine çalıştık. Dersin başında, ortasında ve sonunda “tadasana”da (dağ duruşu) uzun bekleyerek ağırlığı parmak köklerine ve topuklara vererek farkı gözlemledik. Yine bu duruşta parmak ucunda yükselip tekrar topukları yere indirdik. Dengeyi farklı bölgelere kaydırarak ayak tabanlarında yani kökte ne hissettiğimizi fark etmeye çalıştık.

Zirve duruşuna hazırlanırken ilk denediğimiz denge duruşu “vrksasana” (ağaç duruşu) idi. “Vrksasana”da yerdeki ayak tabanından toprağa iyice köklenirken başın tepesinden de yukarı doğru uzamayı denedik. “Lotus bitkisini düşünün. Kökleri çamur ama çok güzel çiçek açıyor. Şimdi bu duruşta beklerken, köklerimiz çamur da olsa o köklerden yükselebileceğimizi ve çiçek açabileceğimizi düşünüp o şekilde uzayın. Kökler çamur da olsa tertemiz de olsa ya da hem iyi hem de kötü de olsa, biz o köklerden uzayıp yükselebiliriz. Bir ağaç düşünün. Yerinden söktünüz ve köklerini kopardınız. O ağaç çok kısa bir süre yaşamına devam edebilir. Biz de aynı o ağaç gibi köklerimiz olmadan yaşayamayız. O yüzden köklerimizi olduğu gibi kabul etmeli ve o kökler üzerinde yükselmeliyiz.

Zirve duruşu, “ardha chandrasana”ydı (yarım ay duruşu). İlk denemeden sonra, havadaki ayağı dizden büküp topuğu kalçaya doğru yaklaştırıp elimizle tutmayı denedik. Bu arada yerdeki ayaktan ve elden kökleniyorduk.

Zirve duruşundan sonra bir “vinyasa” (akış) ile yere oturduk. Yere oturduğumuzda “dandasana”ya (asa duruşu) geçtik. “Bu duruşta bedenin hangi bölgeleri yerle temas ediyor” diye sordum. Topuklar, baldır kasları, hamstring kasları ve oturma kemikleri… Sonra “paschimottanasana”ya (yerde öne eğilme) geçtik. Bu duruşta da aynı bölgeler yere değiyordu. Dersi “marichyasana” (Bilge Marichy burgusu) ile sonlandırdık. Bu “asana”da (duruş), bir ayak tabanı, diğer ayağın topuğu ve diğer bacağın baldır kasları, hamstring kasları ve her iki tarafın oturma kemikleri yere değiyordu. Yani her zaman yerle bir temas vardı. Her zaman bir köklenme vardı.

“Savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) sırasında öğrencilerden bedeni tümüyle yere bırakıp teslim etmelerini istedim. Beden artık toprak elementine teslim olmalıydı. Tümüyle toprağa yerleşmeliydi.

Kök çakrası dengesiz kişilerin olumsuz, açgözlü, güvensiz ve para ile ilgili sorunları olan kişilerdi. Kök çakrası iyi çalışmıyorsa, hayatta kendimizi güvende hissedemez ve çevremizdeki her şeye bir tehlikeymiş gözüyle bakardık. Ayrıca, korku duygusu hayatımızı derinden etkileyebilirdi. Eğer bir kişinin kök çakrası çok güçlüyse, o kişi çok materyalist olabilirdi. Sağlam köklerimiz olduğunda ise o sağlam köklerin üzerine sağlam bir yaşam inşa edebilirdik. Tıpkı sağlam zemini olan bir bina gibi…

gidiş yolu

Standard

Yoga derslerinde öğrencilerin hep deneyimlemek istediği ama bir o kadar da zorlandığı duruşlardır ters duruşlar. Tepetaklak olmak, kanın beyninize doğru aktığını hissetmek, uçma hissi ve buna inanama arasında bocalar durursunuz. İlk zamanlar böyle bir duruş imkansız gibi gözükür. Yoga derslerine devam ederseniz, duruşu yavaş yavaş denemeye başlarsınız. Adım adım… Her denemede bir adım ileri… Bina inşa eder gibi… Temelden çatıya…

wpid-2013-05-18-14.15.45.jpg

Geçen hafta grup derslerinin birinde yine ters duruş deneyecektik. Ters duruşlar genel olarak güçlü bir omurga, güçlü bir karın, güçlü bir duruş gerektirdiği için görece olarak daha kolay olan “sirsasana”dan (baş duruşu) başlamayı tercih ediyorum. “Pincha mayurasana” (ön kol duruşu) ve “adho mukha vrksasana” (kol duruşu) gibi duruşlar biraz daha ileri seviye gibi geliyor bana…

Her zaman olduğu gibi dersin ilk yarısında “sirsasana” için bedeni hazırladık. Omuz kuşağını ve karın kaslarını güçlendiren “asana”ları (duruş) “vinyasa”ların (akış) arasına yerleştirdik. Sıra zirve duruşunu denemeye gelmişti.

O günkü amacım “sirsasana”ya ayakları fırlatarak ya da zıplayarak çıkmak değil, bedeninizin tüm kontrolünü elinizde tutarak duruşa yükselmekti. O yüzden tam duruşu denemeden önce iki farklı duruş denedik. “Sirsasana II”yi (tripod baş duruşu) ve “ardha sirsasana”yı (yarım baş duruşu) ayakları karın hizasında tutup beş nefes bekleyerek karın ve kasık kaslarını güçlendirmek istemiştim. Amaç, tam baş duruşuna iki bacağı aynı anda yavaş yavaş kaldırarak girmekti.

Önce öğrencilerin kendi kendilerine denemelerini istedim. “Sirsasana II”de yarı yolda kalmak nispeten daha kolay gelmişti. Hem kollar hem de baş yerdeydi. Öğrenciler kendilerini biraz daha güvende hissetmişti. Bu duruşa geçen öğrenciler, alışkanlıktan hemen bacaklarını yukarı kaldırmaya çalışmışlardı. Nedendir bilmiyorum; ama sürekli sonuç odaklı yaşamaktayız. O yüzden o sonuca gelene kadarki tüm aşamaları önemsemiyoruz. Derste de aynısı olmuştu. Başımızın tepesinde durmaya odaklandığımız için o andan öncesi bizi hiç ilgilendirmiyordu.

Bunu gördüğüm anda tüm öğrencilerden duruşu bırakmalarını istedim. O günkü dersin amacını bir kere daha hatırlattım. “Amacımız, baş duruşuna çıkmak değil. Bu duruşu defalarca denedik ve hepinizin yapabildiğini ve duruşta en az beş nefes bekleyebildiğinizi biliyorum. Bugünkü dersin amacı bedeninizin kontrolünün sizin ellerinizde olduğunuzu görmeniz… Attığınız her adımdan zevk almanız. Sadece sonuca odaklı çalışmamanız. Matematik derslerini hatırlayın. Gidiş yolundan da puan alırdık. Tıpkı onun gibi, yogada da gidiş yolu önemli. Her bir aşamadan sonra beklemek, o noktayı hazmetmek ve inşa etmeye devam etmek…”

Bunun üzerine öğrenciler bir kere daha her iki duruşu denedi. İkinci duruş beş nefes beklettikten sonra kontrollerini kaybetmeden bacaklarını yukarı doğru uzatmalarını istedim. Bu arada, kimi öğrenciler yarım baş duruşuna bir türlü yerleşemedi. Öğrencilerin bedensel güçlerini bildiğim için bu duruşu yapamayacaklarına inanmıyordum. Karın ve kasık kasları ve omuz kuşakları güçlüydü ve bu “asana”yı kolaylıkla yapabilirlerdi. Bence içlerindeki gücün farkında değillerdi. Onlara sadece benim telkinde bulunmam yeterli olmadı. Öğrencilerden birisi “yaşam koçluğu” ile ilgileniyordu. Ondan rica ettim ve onun telkinleri öğrenciler üzerinde etkili oldu. İçlerindeki gücü fark ettiler ve yarım baş duruşunda kolaylıkla kaldıktan sonra tam baş duruşuna yükseldiler. Gerçek bir “uçma” hissiydi.

Dersten bize kalanlar mı? İçimizde kendimizin bile farkında olmadığı inanılmaz bir güç var. İçimizde saklı ama biz onu kullanmayı bilmiyoruz. Bir de, hayatı sadece sonuç odaklı yaşıyoruz. Peki ya sonuca gelmeden kat ettiğimiz yol? Yolculuk ve adım adım gittiğimiz yol? Her bir adımdan sonra bir an durmak ve o noktayı hazmettikten sonra ilerlemek? Tüm bunlar, sonuçtan daha önemli değil miydi?

nefes boyunca…

Standard

Yoga derslerinde son zamanlarda en çok karşılaştığım soru nefesin nasıl kullanılacağı… Yoga akışlarını yaparken açıldığımız, göğüs kafesini açtığımız ve alanımızı genişlettiğimiz her duruşta nefes alırken kapandığımız, göğüs kafesini kapattığımız ve alanımızı daralttığımız her duruşta nefes vermekteyiz. Öne eğilirken nefes verip omurgayı düzeltirken nefes almaktayız. Biz eğitmenler, nefes yönergelerini akış içindeyken vermekte ve öğrencileri yönlendirmekteyiz. Yine de derslerde sürekli nefes ile ilgili sorularla karşılaşmaktayız. Hal böyle olunca da nefes konusunda ayrıntılı bilgi vermek gerekmekte…

IMG-20151226-WA0016

Nefes ile en çok karşılaştığım sorunlardan biri yoga derslerinde nefesin burundan alınıp verilmesi… Diğer tüm fiziksel aktivitelerde nefes ağızdan verilirken yogada burundan nefes vermeyi tercih etmekteyiz. İlk defa yogaya gelenler genellikle nefesten burun verme konusunda sorun yaşayabilmekte.

Nefes ile ilgili ikinci sorun ise “vinyasa” (akış) sırasında uzun zamandır yoga yapan kişilerin nefeslerini uzatabilip derinleştirmesi ve yogaya yeni başlayan kişilerin onlar kadar uzun nefes alıp veremedikleri için akış sırasında tıkanıp kalmaları… Bu sorunla çoğunlukla spor tesislerinde ders verirken karşılaşmaktayız çünkü tesislere ve dolayısıyla derslere yeni üyeler katılmakta… Çoğu yoga stüdyosunda bu sorun temel yoga dersleri, ileri seviyede yoga dersleri ile çözülmekte. Ancak spor tesislerinde bu şekilde bir ders sınıflandırması olmadığı için uzun zamandır yoga yapan bir gruba aniden yeni bir kişi gelebilmekte… Böyle bir durumda orta seviyede ya da ileri seviyede bir ders yapıyorsak gerek “asana”lar (duruş) ve “vinyasa” (akış) konusunda gerekse nefes konusunda sorunlarla karşılaşabilmekteyiz. Eski öğrenciler çok derin nefes alıp verebilirken ve her bir “asana”ya bir nefes ayırabilirken yeni gelen öğrenciler bir “asana” boyunca belki birkaç nefes almak vermek zorunda kalabilmekte…

Nefes ile ilgili belki de en önemli sorun ise nefesin tutulması. “Vinyasa” yaparken biz eğitmenler nefes yönergelerini vermekte ve öğrenciler de buna uygun hareket etmekte. “Vinyasa”ların arasına eklediğimiz bir “asana” ya da o dersin zirve duruşu öğrenciler için zor bir duruş ise öğrenciler hemen nefeslerini tutmaya başlıyor. Özellikle arkaya eğilmeleri çalıştığımızda ya da kol denge duruşlarında… Ters duruşlar da cabası… Nefesi tuttuğumuz zaman kalp atışlarımız hızlanıyor, adrenalin yükseliyor ve “asana”yı yapma şansımız varsa bile sempatik sinir sistemi devreye girdiği için o duruşu yapabilme şansımız kalmıyor. Halbuki nefesi tutmasak, sanki meditasyon oturuşundaymışçasına gibi nefes alıp vererek nefesi sakin tutsak, kalp atışlarımız sakin olsa parasempatik sinir sistemi devrede olur ve o “zor” duruşu yapabilme şansımız olabilir. Yogada yapmak istediğimiz şey nefesi hep sakin ve derin tutabilmek, beyin dalgalarını yavaşlatabilmek, zihni sakinleştirebilmek ve böylece parasempatik sinir sistemini devreye sokup en zor duruşu bile “sakin ve huzurlu” bir şekilde yapabilmek… Ne yazık ki nefesi tuttuğumuz anda bu bahsettiğimiz süreçten uzaklaşıyoruz.

Yoga akışlarında beden ile nefesi uyumlu hale getirmek istiyoruz. Her bir “asana”da bir nefes… Nefes ver “uttanasana” (ayakta öne eğilme) nefes al “ardha uttanasana” (ayakta yarım öne eğilme), nefes ver “chaturanga dandasana” (alçak şınav) nefes al “urdhva mukha svanasana” (yukarı bakan köpek), nefes ver “adho mukha svanasana” (aşağı bakan köpek)…

Öğrencilerle bir ders boyunca “surya namaskara” (güneşe selam) ve aralara eklediğimiz birkaç “asana”yı çalıştık. Sadece nefesi izleyerek… Önce üç sayıda nefes alıp vermeyi denedik. Her bir “asana”yı üç sayıda nefes alırken ya da verirken yapmak… Daha sonra beş sayıda nefes alıp vermeye başladık. İlk başta beş sayıda nefes alıp vermek öğrencilerin kimisine zor geldi. “Surya namaskara”lara devam ettikçe nefesler açıldı, beden ve ruh biraz daha uyumlu hale geldi, birbirinden ayrı hareket etmek yerine birbirine uymaya çalıştı. Ve sonuçta her bir “asana”yı beş sayıda tamamlamaya başladık. Her bir “asana”nın hakkını vererek ve akışlar içinden hiçbir asanayı geçiştirmeden…

Her bir nefeste bir duruş… Her bir nefes boyunca bir duruş… Nefes alma bittiğinde o duruşun en son hali… Sanki her bir duruş o günün zirve duruşuymuş gibi düşünüp o duruşu yapmak ve duruşu nefes boyunca uzatmak… Yoga, bedenin, zihin ve ruhun aynı anda bir arada ve uyumlu olması demekti. Eğer “asana”lar yoganın fiziksel ve bedensel boyutuysa, nefes de yoganın ruh boyutuydu. İkisini bir araya getirdiğimizde ve nefes ile beden uyumlu hale geldiğinde tek yapmamız gereken zihnin de bedeni ve nefesi izlemesini sağlamaktı. Ama öncelik beden ve nefes uyumuydu…

yüklerden kurtulmak

Standard

Fark etmeden hayatta ne kadar çok yük taşıyoruz değil mi? Sevdiklerimize karşı hissettiğimiz sorumluluklar, sinirlendiğimizde ve bunu ifade edemediğimizde bedenimizde kalan yükler, üzüldüğümüzde üzerimize binen yükler, maddi manevi taşıdığımız her tür yük… Ve sorumluluklar bitince, üzüntüler ve sıkıntılar geçince bu yüklerin de yok olup gittiğini düşünüyoruz. Gerçekten de öyle mi?

2009-2010 tum fotolar 675

Yoga dersleri vermeye başladıktan sonra insan bedenlerine daha çok dikkat eder oldum. Derslere gelen öğrenciler ya bel ya da boyun fıtığından muzdariplerdi. Kiminin sırt kamburu normal derecesinden daha fazlaydı. Kiminin kalçalarında sorun vardı. Bedeni zorlamalar ve sakatlanmalar bir yana tüm bu rahatsızlıkların duygusal nedenleri de olabiliyordu. Yoga camiasına girmeden önce biri bana rahatsızlıkların duygusal nedenlerinden bahsetse inanın güler geçerdim. Gülmeyi bırakın kahkahalardan gözlerim yaşarırdı. İşin içine girince duygularımızın hastalıklar üzerinde ne kadar çok etkisi olduğunu fark ettim.

Geçenlerde grup derslerinden birine gittiğimde öğrenciler sırt odaklı çalışmak istediklerini söyledi. Tahmin edebileceğiniz gibi sırt kasları güçsüzse sırt ağrıları çekebiliyorduk. Sırt kaslarını çalışırken doğal olarak göğüs kafesini de esnetecektik.

Dik durmak hayatta en zorlandığımız şeylerden biri. Ayaktayken dik durup durmadığınızı hiç kontrol ettiniz mi? Kendinizi bir yerde sıraya girmiş ayakta beklerken hayal edin. Birkaç saniyeliğine dik dursanız bile bir süre sonra bir dizinizi büker omurganızı ve duruşunuzu bozarsınız öyle değil mi? Ya da televizyon ve bilgisayar başındayken kendinizi görmeye çalışın. Dik mi oturuyorsunuz yoksa omuzlar öne doğru çöktü mü? Hele ki bilgisayar başındaysanız, ayaklarınızın ikisi de yere değiyor mu? Ekrana bakmak için başınızı yukarı mı kaldırdınız yani çene yukarı doğru mu kalktı yoksa bilgisayar ekranı göz hizasında mı? Sadece bir düşünün.

Tüm bunları düşündükten sonra sırt odaklı bir yoga dersinde dik durmaya çalışırken neler hissettiğimizi hayal edin. “Tadasana”da (dağ duruşu) dik durmak, omuzları geriye doğru yuvarlamak ve göğüs kafesini açık tutmak, çeneyi yere paralel hale getirmek… “Ardha uttanasana”da (ayakta yarım öne eğilme) sırtı düz tutmak, kamburlaşmamak… Bir sonraki “vinyasa”da (akış) “arda uttanasana”da kolları kulakların yanından öne doğru uzatmak, kolların kulaklardan aşağı doğru düşmesine izin vermemek, kolları kulakların yanında tutarken kulaklarla omuzları yakınlaştırmamak yani boynu sıkıştırmamak… “Dandasana”da (asa duruşu) kollar havada kulakların yanında yine kulaklar ile omuzların arasındaki mesafeyi koruyarak beklemek… Bir süre bekledikten sonra omurga kamburlaşmak istese de bu isteğe direnmek… “Dandasana”da kollar kulakların yanındayken omurgayı düz tutmaya devam ederek, kuyruksokumunu geriye doğru çıkartarak kamburlaşmadan öne eğilmek… Ne kadar öne eğildiğimizin önemli olmaması, sadece omurgayı hala dik tutabilmek… “Upavistha konasana”da (oturarak açı duruşu) aynı “dandasana” serisini yapmak…

Tüm bu duruşları denerken öğrencileri gözlemlemek… Hangisinin özellikle “torakal” (sırt) bölgesiyi kamburlaştırdığını ve “sternum”dan (göğüs kemiği) ileri doğru uzayamadığını görmek… Sebebini düşünmek… Ve dersin sonunda sırtımızda taşıdığımız yüklerden bahsetmek… Sorumluluklar, yükler… Derin bir nefes alın ve nefesinizi verirken hayatınızda size yük olan şeyleri en azından bıraktığınızı hayal edin… Her şey hayal etmekle başlar… Ortaokuldayken okulumuzda bir tablo asılıydı. Tabloda bilim insanı Albert Einstein’in bir sözü yazılıydı: “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.” Hayal edebildikçe ve istedikçe yapamayacağımız şey yoktur.

ya hayat tekdüze olsaydı?

Standard

Bazen kendimi sürekli bir şeyler yaparken buluyorum. Yoga dersleri, arkadaş toplantıları, kısa seyahatler ve devamlı bir koşuşturma… Böyle zamanlarda durmak ve bir anlığına bile olsa nefes alıp dinlenmek aklımın ucundan bile geçmiyor. Sanki zaman akıp gidiyor ve ben hep zamanın gerisinde kalıyormuşum gibi hissediyorum. Hayatınızı sürekli bu şekilde yaşadığınızı düşünebiliyor musunuz? Bir noktada tükeniriz değil mi? İşte ben de böylesine aktif bir dönem sonrasında kendimi yorgun ve tükenmiş hissediyorum. Yang değil mi?

2009-2010 tum fotolar 309

Günlerimi çok hızlı yaşadıktan sonra bir süreliğine daha sakin günler geçirmeye başlıyorum. Dinlenmeye, kitap okumaya ve kendi kendimle kalmaya çalışıyorum. Kendi kendime daha çok zaman geçiriyorum. İçime dönüyorum. Yin değil mi?

Tıpkı günlük hayatımda olduğu gibi derslerim de bu yin ve yang modumdan nasibini alıyor. Kendimi çok yang hissettiğim dönemlerde yoga derslerimde genellikle “vinyasa” (akış) tarzını tercih ediyor, bir “asana”dan (duruş) diğerine akıyorum. Tıpkı hayatımda bir yerden diğerine koştuğum gibi. Böyle zamanlarda karın odaklı dersler, geriye eğilmeler, kol denge duruşları ve ters duruşlar üzerine yoğunlaşıyorum.

Yin modunda olduğum zamanlarda ise bedeni esnetmeye ve gevşetmeye yönelik derslere odaklanıyorum. Yin yogaya yönelip, duruşlarda uzun süre bekleyip, bedensel ve zihinsel rahatlama sağlamayı amaçlıyorum. Zihni dinginleştirmek için “pranayama” (nefesi özgürleştirme) teknikleri ve meditasyondan yararlanıyorum.

Çok yoğun ve hızlı geçirdiğim günlerden sonra bu hafta derslerde “yin” modundaydım. Ben “yin” havasındaydım ama acaba öğrencilerin istekleri ne yöndeydi? Akşam derslerinde öğrenciler genellikle hızlı dersler istedikleri için o derslerde “vinyasa” çalıştık. Gündüz özel gruplarımdan biriyle derse gittiğimde ise derse katılanların da “yin” havasında olduğunu fark ettim ve bu beni çok mutlu etti.

Uzun bir meditasyon sonrasında “butterfly” (kelebek), “half frog” (yarım kurbağa), “half saddle” (yarım eyer), “dragonfly” (helikopter böceği), “sleeping swan” (uyuyan kuğu), “melting heart” (eriyen kalp) ve “twisted roots” (dönmüş kökler) duruşlarını yaptık. Tüm duruşlarda dört dakika kadar bekleyip bedenin o anki durumunu olduğu gibi kabul edip teslim olmayı deneyimledik. Dakikalar geçtikçe bedenin kendisini biraz daha bırakmasını ve duruşta nasıl da derinleşebileceğimizi gözlemledik. Dersi uzun bir “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) ile sonlandırdık.

Ya hayat tekdüze olsaydı? Hep gece olsaydı ya da sadece gündüz olsaydı? Hep yaz olsaydı ya da hep kış olsaydı? Tüm dünya kadınlardan ya da sadece erkeklerden oluşsaydı? Hep hızlı bir yaşantımız olsaydı? Ya da hep durağan ve sakin bir yaşantımız olsaydı? Ne kadar sıkıcı olurdu değil mi? Yin ve yang… Dişil ve eril… Kimi zaman yin kimi zaman da yang… Önemli olan döngüyü doğru kurabilmek. Çılgınlık yapmak istediğimizde, sürekli hareketli günler geçirmek istediğimizde “yang”laşmak ve dinlenmek, sakinleşmek ve dinginleşmek istediğimizde “yin”leşmek… Kisaca yin ve yang… Kısaca döngüsel yaşam…