Tag Archives: yoga

güven ve cesaretle…

Standard

Son zamanlarda yoga derslerine gittiğimde öğrencilerde hep aynı yorgunluk, bıkkınlık, mutsuzluk ve güvensizlik… Herkes gergin, herkes korkuyor ve herkes tedirgin… Üst üste gelen terör saldırıları bu kasvetli ve karanlık kış günlerinde bedenlerimizin ve ruhlarımızın yorgunluğunu, bıkkınlığını, mutsuzluğunu ve güvensizliğini arttırıyor. Derse gittiğimde öğrencilere ne çalışmak istediklerini sorduğumda, “bizi rahatlatacak, bir saatliğine de olsa huzurlu ve mutlu hissettirecek bir şey çalıştırın” cevabını alıyorum. Bu nedenle bu hafta yoga derslerinde göğüs kafesini esnetecek akışlara ağırlık verdim.

2009-2010 tum fotolar 006

Bu haftaki üç değişik yerdeki dersimde arkaya eğilmelere odaklanarak göğüs kafesini esnetmeyi amaçladım. Derslerin zirve duruşu “urdhva dhanurasana” (tam köprü) olacaktı. Derse başlamadan önce öğrencilere, “bugün derste köprü duruşunu deneyeceğiz. Köprü denerken geriye doğru bakabilmeyi, geçmişe doğru bakabilmeyi, bilinmeze doğru bakabilmeyi çalışacağız. Geriye doğru bakabilmek ve kollarımıza güvenip bedeni yükseltebilmek cesaret isteyen bir şey. Eğer korkularımız varsa, şu an hayatımızda bir şeylerden korkuyorsak, cesaretle göğsümüzü açamayabiliriz. Ama en azından güven ve cesaretle bunu dener ve sonunda sevgi, coşku ve mutluluğa doğru yol alabiriz.”

Ve ders başladı. Ders boyunca göğüs kafesini ve kalça fleksör kaslarını esnettik ve omuzları geriye doğru çevirebilmek için omuz kuşağı üzerine çalıştık. Zirve duruşunu üç aşamada denetmeye karar vermiştik. İlk denemede “setu bandhasana” (yarım köprü) yapacaktık. Nefes alırken bedeni sırta kadar yerden kaldıracak ve ikinci nefesi alırken omuzları biraz içeri doğru sokarak göğüs kafesini yukarı ve ileri doğru açmaya çalışacaktık. İkinci denemede yine “setu bandhasana” ile başlayacak, bu duruşa yerleştikten sonra kolları başın yanında yere yerleştirip başın tepesini yere koyacaktık. Bu duruş bizler için o gün imkansızsa yine sadece “setu bandhasana” yapacaktık. Üçüncü sefer ise tam köprü deneyecektik. İkinci duruştaki gibi yerleştikten sonra nefes alırken kolların üzerinde yükselip başı yerden kaldıracaktık ve tam köprüyü yapacaktık. Duruş o gün için bize zor geliyorsa birinci ya da ikinci aşamada bekleyecektik.

Derslerde her üç duruşu da yapanlar, sadece yarım köprüyü yapanlar, birinci ve ikinci aşamaları deneyenler oldu. Herkes kendi bedeninin ve ruhunun o gün elverdiği kadarıyla duruşu denedi ve yapabildiği kadarını kabullendi.

Öğrenciler uzun bir “savasana”da (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) dinlenirken ben de düşüncelere dalmıştım. Tüm öğrenciler yaşadığımız olaylardan dolayı mutsuz, umutsuz, üzgün, kırgın, bıkkın, yorgun ve güvensiz hissediyordu. Herkes korkuyordu. Ne kadar etkilenmediğimizi düşünsek de terör saldırılarından güvensiz, yorgun ve umutsuz hissediyorduk. Her gün — doğru ya da yanlış — ihbarlar sosyal medyada dolaşıyordu. Oraya gitmeyin, buraya gitmeyin. Bedenler yorgun olmasa da ruhlar yorgundu. Tüm yaşananlar güvensizlik, yorgunluk, umutsuzluk doğuruyordu. Bu ruh halinden çıkmak için geriye eğilsek ve göğüs kafesi esnetsek bile istenilen sonucu alamayabiliyorduk. Belki daha önceden çok rahat bir şekilde geriye eğilebiliyorduk ama belki artık geriye eğilirken sıkıntı çekiyorduk. Acaba ruhumuz, kalbimiz ve vicdanımız ağır mı gelmeye başlamıştı? Peki ya korkular? Her gün üzerine yenisi eklenen korkular? Ve bu korkuları yenecek cesaretten yoksun olmak? Artık kendimizi bir şeyler yapacak kadar cesur hissetmemek? Güven ve cesaretle adım atamamak… Bıkkınlık duymak ve tüm bunların verdiği ağırlıkla göğüs kafesini yerden kaldıramamak…

nefes boyunca…

Standard

Yoga derslerinde son zamanlarda en çok karşılaştığım soru nefesin nasıl kullanılacağı… Yoga akışlarını yaparken açıldığımız, göğüs kafesini açtığımız ve alanımızı genişlettiğimiz her duruşta nefes alırken kapandığımız, göğüs kafesini kapattığımız ve alanımızı daralttığımız her duruşta nefes vermekteyiz. Öne eğilirken nefes verip omurgayı düzeltirken nefes almaktayız. Biz eğitmenler, nefes yönergelerini akış içindeyken vermekte ve öğrencileri yönlendirmekteyiz. Yine de derslerde sürekli nefes ile ilgili sorularla karşılaşmaktayız. Hal böyle olunca da nefes konusunda ayrıntılı bilgi vermek gerekmekte…

IMG-20151226-WA0016

Nefes ile en çok karşılaştığım sorunlardan biri yoga derslerinde nefesin burundan alınıp verilmesi… Diğer tüm fiziksel aktivitelerde nefes ağızdan verilirken yogada burundan nefes vermeyi tercih etmekteyiz. İlk defa yogaya gelenler genellikle nefesten burun verme konusunda sorun yaşayabilmekte.

Nefes ile ilgili ikinci sorun ise “vinyasa” (akış) sırasında uzun zamandır yoga yapan kişilerin nefeslerini uzatabilip derinleştirmesi ve yogaya yeni başlayan kişilerin onlar kadar uzun nefes alıp veremedikleri için akış sırasında tıkanıp kalmaları… Bu sorunla çoğunlukla spor tesislerinde ders verirken karşılaşmaktayız çünkü tesislere ve dolayısıyla derslere yeni üyeler katılmakta… Çoğu yoga stüdyosunda bu sorun temel yoga dersleri, ileri seviyede yoga dersleri ile çözülmekte. Ancak spor tesislerinde bu şekilde bir ders sınıflandırması olmadığı için uzun zamandır yoga yapan bir gruba aniden yeni bir kişi gelebilmekte… Böyle bir durumda orta seviyede ya da ileri seviyede bir ders yapıyorsak gerek “asana”lar (duruş) ve “vinyasa” (akış) konusunda gerekse nefes konusunda sorunlarla karşılaşabilmekteyiz. Eski öğrenciler çok derin nefes alıp verebilirken ve her bir “asana”ya bir nefes ayırabilirken yeni gelen öğrenciler bir “asana” boyunca belki birkaç nefes almak vermek zorunda kalabilmekte…

Nefes ile ilgili belki de en önemli sorun ise nefesin tutulması. “Vinyasa” yaparken biz eğitmenler nefes yönergelerini vermekte ve öğrenciler de buna uygun hareket etmekte. “Vinyasa”ların arasına eklediğimiz bir “asana” ya da o dersin zirve duruşu öğrenciler için zor bir duruş ise öğrenciler hemen nefeslerini tutmaya başlıyor. Özellikle arkaya eğilmeleri çalıştığımızda ya da kol denge duruşlarında… Ters duruşlar da cabası… Nefesi tuttuğumuz zaman kalp atışlarımız hızlanıyor, adrenalin yükseliyor ve “asana”yı yapma şansımız varsa bile sempatik sinir sistemi devreye girdiği için o duruşu yapabilme şansımız kalmıyor. Halbuki nefesi tutmasak, sanki meditasyon oturuşundaymışçasına gibi nefes alıp vererek nefesi sakin tutsak, kalp atışlarımız sakin olsa parasempatik sinir sistemi devrede olur ve o “zor” duruşu yapabilme şansımız olabilir. Yogada yapmak istediğimiz şey nefesi hep sakin ve derin tutabilmek, beyin dalgalarını yavaşlatabilmek, zihni sakinleştirebilmek ve böylece parasempatik sinir sistemini devreye sokup en zor duruşu bile “sakin ve huzurlu” bir şekilde yapabilmek… Ne yazık ki nefesi tuttuğumuz anda bu bahsettiğimiz süreçten uzaklaşıyoruz.

Yoga akışlarında beden ile nefesi uyumlu hale getirmek istiyoruz. Her bir “asana”da bir nefes… Nefes ver “uttanasana” (ayakta öne eğilme) nefes al “ardha uttanasana” (ayakta yarım öne eğilme), nefes ver “chaturanga dandasana” (alçak şınav) nefes al “urdhva mukha svanasana” (yukarı bakan köpek), nefes ver “adho mukha svanasana” (aşağı bakan köpek)…

Öğrencilerle bir ders boyunca “surya namaskara” (güneşe selam) ve aralara eklediğimiz birkaç “asana”yı çalıştık. Sadece nefesi izleyerek… Önce üç sayıda nefes alıp vermeyi denedik. Her bir “asana”yı üç sayıda nefes alırken ya da verirken yapmak… Daha sonra beş sayıda nefes alıp vermeye başladık. İlk başta beş sayıda nefes alıp vermek öğrencilerin kimisine zor geldi. “Surya namaskara”lara devam ettikçe nefesler açıldı, beden ve ruh biraz daha uyumlu hale geldi, birbirinden ayrı hareket etmek yerine birbirine uymaya çalıştı. Ve sonuçta her bir “asana”yı beş sayıda tamamlamaya başladık. Her bir “asana”nın hakkını vererek ve akışlar içinden hiçbir asanayı geçiştirmeden…

Her bir nefeste bir duruş… Her bir nefes boyunca bir duruş… Nefes alma bittiğinde o duruşun en son hali… Sanki her bir duruş o günün zirve duruşuymuş gibi düşünüp o duruşu yapmak ve duruşu nefes boyunca uzatmak… Yoga, bedenin, zihin ve ruhun aynı anda bir arada ve uyumlu olması demekti. Eğer “asana”lar yoganın fiziksel ve bedensel boyutuysa, nefes de yoganın ruh boyutuydu. İkisini bir araya getirdiğimizde ve nefes ile beden uyumlu hale geldiğinde tek yapmamız gereken zihnin de bedeni ve nefesi izlemesini sağlamaktı. Ama öncelik beden ve nefes uyumuydu…

ruhun zihinle savaşı…

Standard

Yogada neden savaşçı duruşu (virabhadrasana) ve savaşçı dansçı gibi savaş üzerine “asana”lar (duruş) ve akışlar olduğunu merak eden ve bu konuda sorular yönelten öğrencilerle sık sık karşılaşıyorum. Yoga gibi sevgi ve huzur üzerine eğilen bir felsefede nasıl oluyor da “savaşçı” duruşları ve dansı olabiliyor? Ya da yoganın yazılı belgeleri arasında “Bhagavad Gita”daki (Efendinin Şarkısı) savaş? Aslında tüm bu savaşlar zihin ve ruh arasında… Ve yogada verilen tüm mücadele zihin ile ruhu bir araya getirebilmek için…

20150202_104809

Geçenlerde derse gittiğimde öğrenciler değişik bir şey çalışmak ve daha önce bir kere yaptığımız “savaşçı dansı”nı yeniden yapmak istedikleri söyledi. Daha önce bu dansa çalışırken bedeni “yin yoga” (duruşlarda en az üç dakika bekleyip kasları ve derin bağ dokularını esnetmek) ile hazırlayıp sonra dansı birkaç bölüme ayırarak çalışmıştık. Bu defa “vinyasa” (akış) ile hazırlanmak ve dansı öyle denemek istedim.

“Savaşçı dansı”, denge, hamle duruşları ve hamle ile çömelme arası duruşları içeren bir “yang” (akışlı, eril enerjinin yoğun olduğu) bir çalışmaydı. “Surya namaskara” (güneşe selam) serileri ile bedeni ısıttıktan sonra “vinyasa”ların arasına “ashwa sanchalanasana” (yüksek hamle), “anjaneyasana” (alçak hamle), “prasarita padottanasana” (bacaklar ayrık öne eğilme) ve “water bug” (su böceği) duruşları ile kasık kaslarını esnettik. Dansın başında savaşçı ataklara başlamadan önce tek bacak üzerinde durup gücünü toplayıp atak yapacağı için tek bacak üzerinde dengeli bir şekilde durmaya çalıştık. Geriye çekilmeler de hamle duruşu ile çömelme arası bir duruş olduğu için bu duruşlara da “yin yoga”nın “golden seed” (altın tohum) dansı ile hazırlandık.

Neden savaşçı? Neden savaş? Yoganın yazılı kaynaklarından “Bhagavad Gita” da bir savaş üzerinedir. Her ne kadar bir destan olsa da ve her ne kadar gerçek bir savaşı anlatıyormuş gibi gözükse de, aslında “Bhagavad Gita” zihin ile egonun savaşı üzerinedir. Destan, M.Ö. 3102 yılında Padava ve Kaurava aileleri arasında geçen bir savaşı anlatmaktadır. O gün derste dans için hazırlanırken bir anda bu destan aklıma geldi ve dansı bu şekilde anlatmaya ve anlaşılır kılmaya karar verdim.

“Şöyle bir durum hayal edin. Bir karar vermeniz gerekiyor ama kalbinizle yani ruhunuz ile zihniniz farklı şeyler düşünüyor. Kalbiniz ile zihninizin savaşını düşünün. Sürekli çekişmesini… Hangisi kazanacak? Ya da hangisinin söylediği daha doğru?” “Önce tek ayak üzerinde atak yapmadan sağlam durun. Gücünüzü toplayın ve ataklara başlayın. Üç ataktan sonra geri çekilip düşmanınızın ne yaptığına bakın. Kalpten karar vermeyi tercih ettiyseniz düşmanınız zihin.. Bir gözünüz geride olsun. Her an oradan size doğru bir hamle gelebilir. Ve sonunda tekrar tek ayak üzerinde dengede durun ve sonucu izleyin.”

Tıpkı Mahatma Gandhi’nin yorumuyla “Bhagavad Gita”da “Lord Krishna”nın bilinci, “atları kamçılama”nın arzuları kontrol altına almayı, “araba”nın bedeni, “Arjuna”nın egoyu, “arabanın tekerleri”nin zamanı ve “savaş”ın yaşamın kendini temsil etmesi gibi “savaşçı dansı” da yaşamın içinde ruhumuz ile zihnimizin savaşını anlatmaktaydı. Kararlarımızı kalbimizle mi yoksa mantığımızla mı vereceğiz? Kararlarımızı ruhumuzla mı yoksa zihnimizle mi vereceğiz? Ya da ruhumuzla mı hareket edeceğiz yoksa “ego”muz “bilincimiz” mi bizi yönlendirecek? İşte tüm savaş bunun üzerineydi…

rahat ama sağlam

Standard

Geçtiğimiz hafta bir grup dersinde denge ve esneklik gerektiren bir “asana” (duruş) denemiştik. “Natarajasana” (dansçı duruşu)… Derse giren öğrenciler spor yapmayı, yürümeyi, koşmayı, değişik grup etkinliklerine katılmayı sevdiklerinden dolayı kasları oldukça gergindi ve o yüzden bu duruşu denerken oldukça zorlandılar. Tam duruşu denediğimiz sırada aklıma bir fikir geldi ve bu fikri bir sonraki hafta birbirini takip eden iki gün boyunca denetmeye karar verdim.

Photo

İlk günkü dersimizde “ardha chandrasana” (yarım ay duruşu) deneyecek ve “natarajasana” için özellikle esnetilmesi gereken kalça fleksör kaslarını açacaktık. Ertesi günkü dersimizde de “natarajasana” duruşunu deneyecektik. Her iki duruş da denge duruşu olduğu için bedeni dengelere hazırlamış olacaktık. Yine her iki duruşta da göğüs kafesini, bacağın önündeki kalça fleksör kaslarını ve bacağın arkasındaki hamstring kaslarını esnetecektik. “Natarajasana” duruşunun bir ileri şeklini de deneyecektik ve bunun için ek olarak omuz kuşağını açacaktık.

İlk günkü dersimizin ilk yarısında birkaç denge duruşu, kalça fleksör kaslarını esnetmek için “ashwa sanchalanasana” (yüksek hamle), “anjaneyasana” (alçak hamle), “ardha bhekasana” (yarım kurbağa duruşu), “half saddle” (yarım eyer duruşu) ve “cat pulling its tail” (kedi kuyruğu) duruşlarını yaptık. Göğüs kafesini açarken kalçanın önündeki “iliak kemiklerini” üst üste getirebilmek için “virabhadrasana II” (ikinci savaşçı) ve “parsvakonasana” (yan açı duruşu) yaptık. Beden zirve duruşu için iyice hazırlandığında da önce “ardha chandrasana”nın yukardaki bacak düz bir şekilde olduğu şeklini ve ikinci denememizde de havadaki bacağı dizden büküp elimizle yakaladığımız şeklini denedik.  Duruşu denerken asla ödün vermeyeceğimiz nokta göğüs kafesinin ve iliak kemiklerinin yana doğru dönmesi, omuzların üst üste gelmesiydi. Eğer bu noktalarda doğru hizalanma olmadıysa, o zaman kemer ve blok gibi yardımcı ekipmanlardan faydalanmak gerekiyordu. Göğüs kafesini ve kalçalarını tam olarak döndüremeyen öğrenciler yardımcı ekipmanları kullanarak duruşu bir kez daha denedi.

Ertesi gün beden bir gün önceki dersten dolayı biraz esnemiş ve hazır sayılırdı. “Natarajasana” için ek olarak göğüs kafesini ve omuz kuşağını biraz daha esnetmek istemiştim. “Bhujangasana” (kobra duruşu), “urdhva mukha svanasana” (yukarı bakan köpek), “supta virasana” (yerde kahraman duruşu), “broken wings” (kırık kanatlar duruşu), “anjaneyasana”da kolları geriye doğru döndürüp arkadaki dizi büküp ayağı yakaladığımız duruş, “eka pada raja kapotasana”da (kral güvercin duruşu) arkadaki dizi büküp ayağı dirsek içine yerleştirip kolları geriye döndürüp yakaladığımız duruş zirve duruşundan önce bedeni hazırladığımız “asana”lardı.

“Natarajasana”yı önce en basit şekliyle yaptık. Arkadaki dizi büküp elimizle ya da bir kemerle yakaladığımız şekliyle… İkinci denememizde arkadaki ayağı aynı taraftaki dirsek içine yerleştirmeyi denedik. Eğer ayağı dirsek içine yerleştirebildiysek, diğer kolu omuzdan geriye doğru döndürmeyi ve iki eli başın arkasında buluşturmaya çalıştık. Adım adım ilerliyorduk. Önce bir aşamaya geliyor, orada rahatsak bir sonraki aşamaya doğru ilerliyorduk. Denedik, deneyimledik ve bedenimizin elverdiği noktada kaldık. Zorlamadan, olduğumuz yeri kabul ederek…

Her zaman söylediğimiz gibi, yoga fiziksel bir etkinlik değildi. Yoga dersine geldiğimizde sadece bedensel ve kas gücümüzle bir şeyler yapmaya çalışırsak, kendimizi zorlarsak ve başarmak için bedenimizden ödün verirsek, yaptığımız şey yoga olmazdı ve biz de zaten o “asana”yı yaptığımızı sansak bile yapmış olmazdık. Yoga “sutra”larından biri der ki: “Stira sukham asanam”… Yani bir yoga duruşu kolay, basit, rahat olduğu kadar güçlü, sağlam ve dayanıklı olmalı… Zirve duruşumuzu yaparken, o duruşu tüm bedenimiz, ruhumuz yani nefesimiz ve zihnimiz ile uyumlu bir şekilde sanki çok basitmişçesine huzurlu ve rahat sergilemeli ama aynı zamanda o duruş içinde en az beş nefes beklerken temelimiz sağlam, güçlü ve dayanaklı olmalı… Yüzümüzde bir gülümseme, nefesimiz sakin ve dingin, bedenimiz ise çok rahat ve sağlam gözükmeli… İşte o zaman gerçek anlamda “yoga” içindeyiz demektir.

santosha

Standard

Günlük hayatımızda yaşadıklarımızdan, hissettiğimiz duygulardan ya da düşüncelerimizden midir bilmem ama nedense farklı gruplarda olsalar da öğrenciler genellikle aynı yoga “asana”ları (duruş) çalışmak istiyor. Uzun süredir bu konuya dikkat ediyorum. Bir grup dersine gidiyorum ve öğrenciler o gün kalça açıcı akış yapmak istiyor. Sonra aynı gün ya da başka gün bir grup dersine gidiyorum ve o dersteki öğrenciler de kalça açıcı “asana”lara yoğunlaşmak istiyor. Sebebini bilmesem de aslında benim için de değişik bir deneyim oluyor.

20130412_125930

Geçtiğimiz hafta akşam grup dersinde öğrenciler kalça açıcılara yoğunlaşmak istediklerini söyledi. Kalça açıcı çalışma istendiğinde genellikle “hanumanasana” (maymun duruşu) ya da “padmasana” (lotus) deniyorduk. O gün daha önce hiç çalışmadığımız bir zirve duruşu seçmek istemiştim. Bu grupla uzun süredir birlikte çalıştığımız için de çok kolay bir “asana” da olsun istemiyordum. Sınırlarımızı görmek ama o sınırları zorlamamak ve ötesine geçmemek… Şu an nerede ve hangi koşulda olduğumuzu fark etmek ve zaman içinde belki o duruşta biraz daha ileriye gitmek…

Yapacağımız zirve duruşunu bulduğumda bedenin hangi bölgelerini esnetmek gerektiğini de düşündüm ve derse başladık. Dersin ilk yarısında omuz kuşağını, kalçayı dışa döndüren kasları, kalça fleksör kaslarını ve göğüs kafesini esnettik.

Zirve duruşumuz “eka pada raja kapotasana”ydı (tek bacaklı kral güvercin duruşu). Duruşun önce üst beden ile hafif geriye eğildiğimiz şeklini yaptık. Sonra öne eğildiğimiz şeklini yaptık. Bundan sonra arkadaki bacağın kalça fleksör kaslarını esnetmek için dizi kalçaya doğru çekip tuttuk. Duruşun ulaşabileceğimiz en son noktası arkadaki ayağı aynı taraf dirsek içine yerleştirmek ve elleri başın arkasında birleştirip göğüs kafesini açıp bedeni uzattığımız duruştu.

O gün derste eğitmen bir arkadaşım da vardı ve duruşu çok güzel sergiledi. Birkaç öğrenci de duruşun son halini yapabilmişti. Sadece zaman içinde duruşu biraz daha geliştirip göğüs kafesini öne doğru döndürmek ve göğüs kafesini açmak kalıyordu. Çalıştıkça olacaktı. Bazı öğrencilerin omuz ya da diz sorunları vardı. Onlar da kendilerini zorlamadan bedenlerinin el verdiği kadarıyla duruşu sergileyip kendi sınırları içinde kaldı. Beni en çok mutlu eden bu olmuştu. Bu grupla uzun zamandır çalışıyorduk ve herkes artık sadece kendiyle ilgileniyor ve kimseyle yarışmıyordu. Bedenini dinliyor ve durması gereken yerde duruyordu.

Aynı çalışmayı sabah grubunda da yapmıştım. Sabah grubundaki öğrencilerle de uzun zamandır birlikte çalışıyorduk. Onlar da aynı şekilde kendilerini zorlamadan yapabildikleri kadarıyla duruşu denediler ve kendilerini zorlamadılar.

O iki derste de öncelikle kendimizi sevmeyi ve kabullenmeyi deneyimlemiştik. Bedenimizi kabullenmeyi, her ne kadar bazı “asana”ları yapamasa da yapabildiği kadarıyla tatmin olmayı ve mutlu olmayı… Yoganın en sevdiğim iki felsefesinden biriydi “santosha” (tatminkar olmak)… O andaki koşullarını kabul etmek ve onlarla mutlu olmak… Değiştirmek için hayatı zorlamak yerine akışın sana getirdiklerini kabul etmek ve sonrasında sana sunulan değişimi görmek…

 

içinizdeki gücü kullanın!

Standard

Geçen haftaki özel ve grup yoga derslerime tek bir cümle damgasını vurdu: “İçinizdeki gücü kullanın!.” Doğudan batıya doğru yolculuğu sırasında yoga, felsefi bir öğretiden çok bir fiziksel aktivite şeklini almış gibi görünüyor. Tabii ki bu dönüşümde yoganın spor tesislerinde grup dersleri arasına katılmasının da payı göz ardı edilemez. Hal böyle olunca, yoga felsefi bir öğretiden çok azami fayda sağlanacak bir fiziksel aktivite olarak görülüyor ve bu nedenle bir sürü sorun çıkıyor.

Photo

Spor tesislerinde grup derslerine gittiğimde öğrencilerin çoğunda fark ettiğim şey akışları sadece fiziksel güçleri ve bedenleri ile yapmaya çalışmaları oluyor. Sadece beden ve kas gücü ile “asana”ları (duruş) yapmaya çalışıyor ve bazı “asana”ları bu şekilde yapabilseler de bazılarını ne yazık ki yapamıyorlar. Nefes, yogada diğer fiziksel aktivitelere göre farklı kullanıldığı için öğrenciler nefesi kullanmayı ya unutuyor ya da nefeslerini tutuyor ve bu da tabii ki akışları yaparken sorun yaratıyor. Beden ile nefes birlikte hareket etmeyince yoga dersleri sadece fiziksel bir aktiviteden öteye gidemiyor.

Yoga, beden-zihin-ruh birliği ve bütünlüğü demektir. Akışları yaparken beden işin fiziksel kısmıysa, nefes ruhumuzu temsil etmeli ve zihin de beden ve ruh ile birlikte olabilmek için bedenin hareketini ve nefesi izlemelidir. Eğer akış içinde, bu üçlüden biri diğerleriyle uyumlu değilse o zaman yaptığımız sadece kas gücü yani fiziksel aktivite haline döner. O zaman da, bir ve bütün olamayız ve “yoga” olmaktan uzaklaşırız. Buradan da anlaşılabileceği gibi “yoga”yı bir “olma hali” olarak düşünebilirsiniz.

Grup yoga derslerinde ne oluyorsa işte bu nedenle oluyor. Öğrenciler, diğer fiziksel aktivitelerdeki gibi “asana”ları ve akışları sadece fiziksel güçleri ve kas güçleriyle yapmaya çalışıyor. Tabii ki yoga akışlarında da kas gücü ve fiziksel güç önemli. Eğer kaslarımız güçlü ya da esnek değilse, bedenimizin hareket kabiliyeti kısıtlı olur ve bazı “asana”ları ya da akışları yapamayabiliriz.

Kas gücü ve bedensel olarak yeterli olduğumuzu düşünelim. Yoga yaparken bedenimiz nefesimiz ile birlikte hareket etmiyorsa, akış boyunca nefesimiz tükenir ve bize yetmez. Ya da nefes daha akışın yarısında tükenir ve akış devam ederken nefesi tutmaya başlarız. Böyle bir durumda yaptığımız şey yoga değil sadece ve sadece fiziksel bir aktivite olur.

Bir de zihnin bizi engelleme durumu vardır. Eğer zihin yapamayacağını düşünüyorsa, zaten baştan bizi engellemiş demektir. Zihnin engellemesiyle en çok ters duruşlar, denge duruşları, kol denge duruşları gibi zor “asana”ları yaparken karşılaşıyoruz. Zihin daha en baştan o “asana”yı yapamayacağına bizi inandırıyor, heyecanlanıyoruz, nefesimiz kesik kesik hale geliyor ve sonuçta o “asana”yı yapamıyoruz. İşte tam da bu noktada öğrencilere bir telkinde bulunuyorum: “İçinizdeki güce inanın ve o gücü kullanın!.” “İçinizde bir mücevher var. Belki kaslarınız çok güçlü ve bu duruşu yapabilecek fiziksel güce ve olgunluğa sahipsiniz. Peki hiç düşündünüz mü bu duruşu neden yapamadığınızı? Bir: Zihniniz sizi yapamayacağınıza inandırıyor. İki: İçinizdeki gücün farkında değilsiniz. İçinizdeki mücevhere, güce inanın ve o gücü kullanın!. Bedeninizi, ruhunuzu ve zihninizi bir arada tutmaya çalışın. Bedeniniz nefesinizle yani ruhunuzla birlikte hareket etsin, aksın ve zihniniz de bedeninizi ve nefesinizi izlesin. Böylece içinizdeki gücü ortaya çıkarabilirsiniz. Gücünüze inanın ve güvenin ve o gücü kullanın!.”

yoga ve felsefe

Standard

Grup yoga derslerinde genellikle yoga felsefesinden ve kimi “asana”ların (duruş) hikayesinden bahsetmiyorum. Neden diye soracak olursanız, aslında cevabı çok basit. Grup derslerini çoğunlukla spor tesislerinde veriyorum ve derslere daima ilk defa gelen kişiler de oluyor. Kendimi onların yerine koyuyorum. Belki de bir spor tesisine ilk defa üye olmuş ve yoga dersi “kolaydır”, “bedeni esnetir” düşünceleriyle derse gelmiştir ve gelir gelmez de öğretmen onun hiç anlamadığı bir dilden konuşuyordur. Kendimin ilk yoga dersini gözlerimin önüne getiriyor, “beden bedendir, bedenin dili mi olur, bedenin belli bölgeleri bize bir şey mi ifade eder” diye düşündüğümü ve dersin sonundaki “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) sırasında sırt üstü yatıp “artık bitsin, ne olur” diye acılar içinde kıvrandığımı hatırlıyorum. Belki de bu yüzden spor tesislerindeki yoga derslerinde felsefeden uzak duruyorum. Ama tabii ki kimi zamanlar kendimi daha içe dönük hissediyor ve felsefeden bahsetmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta içe dönmek istediğim ve öğrencilere felsefeden ve mitlerden bahsetmek istediğim bir haftaydı.

20160114_123329

Sabah dersinde öğrencilerin kimi sırt kaslarını esnetmek istediğini kimileri de kalça kaslarını esnetmek istediklerini söylediğinde o günkü zirve duruşunu bulmuştum. “Kurmasana” (kaplumbağa duruşu). Bu “asana” ile hem sırt kaslarını, omuz kuşağını hem de kalça kaslarını esnetecek ve tüm öğrencilerin istediği tarzda bir ders olacaktı. Derslere başlarken çoğunlukla o gün hangi zirve duruşunu yapacağımızdan, bu duruş için hangi kasları güçlendireceğimizden ya da esneteceğimizden bahsederdim. O günkü derste de öğrencileri aynı şekilde bilgilendirdim. Belki bu aralar okuduğum kitaplardan ya da ilgilendiğim konulardan… Sebebini hiç bilmiyorum ama birden felsefeden bahsetmeye başladım. İçe dönmekten, beden-zihin-ruh birliği ve uyumundan, öncelikle nefesleri sakinleştirmekten ve sonrasında bedeni rahatlatmaktan… Bedeni de rahatlattıktan sonra zihni nefesleri izleyerek beden üzerinde tutmaktan… Tabii ki her dersin başında bu tarz konuşmalar yapıyordum ama o gün daha farklı bir şey vardı. Sadece kendimizle ilgilenmek, gözleri kapatıp içe dönmek, dışa değil içe odaklı yaşamak, dış dünya ile bir süreliğine bile olsa ilişkiyi kesmek ve sadece ve sadece beden ve nefesle ilgilenmek…

Dersin ilk yarısı boyunca zirve duruşu için gerekli olan bölgeleri esnettikten sonra sıra zirve duruşuna gelmişti. “Kurmasana” ya da “kaplumbağa” duruşu öne esnediğimiz ve içe kapandığımız bir duruştu. Nasıl ki kaplumbağalar korktuklarında, dinlenmek istediklerinde, kendi kendilerine kalmak istediklerinde başlarını kabuklarının içine sokar ve evlerine, yuvalarına ve gerçek benliklerine dönerlerdi bizler de o gün kendi kabuğumuza çekilmek, yuvamıza dönmek, benliğimize dönmek, içe dönmek ve evimize dönmek için çalışmıştık. Dersi “daima dışa odaklı yaşamak yerine, daima dış dünyayı izlemek ve onunla ilgilenmek yerine kimi zaman sadece içimizde yaşamalı ve içe dönüp kaybettiğimiz özümüzü hissetmeliyiz” diyerek dersi tamamlamıştık.

Akşam dersine gittiğimde ise aklımda karın odaklı bir ders vardı. Ancak derse yeni öğrenciler gelmişti. Bu nedenle onların da çok fazla zorlanmayacağı bir ders yapmaya karar verdim ve kalça açıcı bir seri çalıştırdım. Spor tesislerindeki grup derslerinde öğretmenleri en çok zorlayan konu derslere katılan müdavimlerden başka ilk defa yoga derslerine gelen öğrencilerdir. Eskilerle yenileri memnun etmek ve herkesin dersten azami fayda sağlayarak ayrılmasını sağlamak… O akşam da benim için oldukça zor bir dersti. Kalça açıcıları kolay diye seçmiştim ama eski öğrencileri de mağdur etmek istemediğim için biraz zor bir zirve duruşunda karar kılmıştım. “Hanumanasana” (maymun duruşu). Bu duruş için kasık kaslarını, kalça fleksör kaslarını ve hamstring kaslarını esnetmek gerekiyordu. Dersin ilk yarısı boyunca esnetilmesi gereken tüm kasları iyice açtık ve esnettik. “Hanumanasana”, sadakatin, özverinin ve sevginin anlatıldığı bir “asana”ydı. Bir arkadaşın bir arkadaşı için sadakat ve özveri ile bir şeyi başarmaya çalışmasını anlatıyordu. Bir arkadaşın arkadaşı için sadakatle imkansız olanı başarmasını anlatıyordu. Sevgi, sadakat ve özveri ile hamle yapmaktan ve ileriye atılmaktan ve bir başka hamle yaparak geri dönmekten bahsediyordu. Belki o günkü hamlemiz küçücüktü ya da belki birkaç gün önceki hamlemizle kıyasladığımızda daha hafifti. Belki bir önceki denememize kıyasla daha iyi bir hamle yapmıştık ve neredeyse kalçamız yere değecekti. Önemli olan hamle yapabilmekti… Önemli olan harekete geçmekti… Önemli olan sadakatle, özveriyle ve sevgiyle hamle yapabilmekti… Gerek günlük hayatımızda gerekse yoga derslerinde önemli olan sevgiyle, sadakatle ve özveriyle harekete geçmek, hamle yapmak ve adım atabilmekti. Hırslarımıza kapılmadan saf sevgiyle adım atabilmek ve bir yere varabilmekti.

O günkü derslerin sonunda aslında grup derslerinde de felsefeye biraz ağırlık vermem gerektiğini fark ettim. Spor tesislerinde öğrenciler zaten diğer grup derslerine de katılarak fiziksel olarak güçlenip esneyebiliyorlardı. Önemli olan yoga derslerinde zihinleri ve ruhları biraz onurlandırmak ve tazelemekti. Bunun yolu da biraz daha nefes çalışmasından, meditasyondan ve felsefeden geçiyordu. Kaplumbağa gibi içe dönmekten ve “Tanrı Hanuman” gibi sadakatle, özveriyle ve sevgiyle adım atmak, hamle yapmak ve harekete geçmek ve engelleri aşmaktan…

acele etmeden…

Standard

Nedense günlük hayatımızda o kadar hızlı yaşamaya ve koşuşturmaya alışmışızdır ki kendimize ayırdığımız kısacık anları bile aynı derecede hızlı yaşamaya çalışırız. Gün içinde zorunlu olarak yapmamız gereken işlerden kendimize ayırdığımız kısacık anlarda kimimiz kitap okumak, kimimiz yürüyüş yapmak, kimimiz dans etmek, kimimiz alışveriş yapmak, kimimiz gezmek ve kimimiz yoga ve meditasyon yapmak isteriz. Gerçekten de kendimize ayırdığımız anları doyasıya ve sadece kendi kendimize yaşayabiliyor muyuz?

14708153_10154601821189666_743189785718200487_n

Yoga derslerine gittiğimde öğrencilerin ders için ayırdıkları bir saatlik süre içinde mümkün olduğu kadar fazla yarar sağlamak istediğini görüyorum. Yogayı genellikle fiziksel aktivitelerden saydığımız için bir saat içinde hangi kaslarımızı çalıştırırız ve ne kadar kalori sarf edebiliriz gibi düşünceler içinde oluyoruz ve haliyle de yoga derslerine katılıp azami fayda sağlamaya çalışıyoruz. Yoganın fiziksel aktivitenin ötesinde bir şey olduğunu ve yoganın bedenimizin ötesinde ruhsal ve zihinsel rahatlama sağlamak gibi bir yanının olduğunu unutuveriyoruz. Ve dersler genellikle bedenimiz üzerine yoğunlaştığımız zamanlar haline dönüyor.

Zaman geçtikçe yoga derslerinde bedenin ötesinde bir şeylerin varlığını fark ediyoruz. Bedenler ne kadar güçlü olsa da kimi zaman bazı “asana”ları (duruş) yapamadığımızı görüp neden yapamadığımızı düşünmeye başlıyoruz. Ve o zaman anlıyoruz ki aslında yoga fiziksel bir aktiviteden öte bedenimizin ruhumuz ve zihnimizle uyumlu hareket etmesi gereken bir olgu. Grup derslerinde o an geldiğinde tüm öğrenciler “pranayama” (nefesi özgürleştirme) çalışmaları ve “meditasyon” deneyimlemek istiyor. Bu hafta iki grup dersinde de bu an gelip çatmıştı.

“Meditasyon” öncesinde öne eğilmelere odaklanıp hep dış dünya ile ilgilenmeye alışmış olan zihnimizi içe dönmeye hazırlamıştık. Hep dış dünyaya bakmakta olan gözlerimizi kapatıp biraz da iç dünyamıza bakmak… Nefeslerimizi izleyerek zihnimizi tek bir noktaya yönlendirmek…

Yoga üstadı Patanjali’nin sekiz dallı yogasına göre, öncelikle “pranayama” (nefes çalışmaları) ve sonrasında “pratyahara” (duyuları kapatma), “dharana” (konsantrasyon) ve en son “dhyana” (meditasyon) geliyordu. Meditasyon sonrasında ise “sonsuz mutluluk” adı verilen “samadhi”…

Duyuları kapatmak için “shanmukti mudra” (duyuları kapattığımız mühür) kullanmıştık. Konsantrasyon sağlamak için dikkatimizi tek bir noktaya odaklamak gerekiyordu. Akşam dersinde mumumuz olduğu için “trataka kriya” (gözleri mum ışına sabit bir şekilde dikip zihni arındırma yöntemi) yapmıştık. Gündüz grup dersinde ise bu çalışmayı su şişesine odaklanarak denemiştik. Aslında zihin bu çalışmayı çok yorulduğu zaman gayri ihtiyari yapıyordu. Bilgisayar ekranına çok baktığınızda yazılar gözlerinizin önünde uçtuğunda ve görüşünüz bulanıklaştığında ne yapıyorsunuz hiç dikkat ettiniz mi? Evet bildiniz. Gözlerinizi ekrandan ayırıp duvar gibi düz bir zemine bakıyorsunuz ve zihni boşaltıyorsunuz değil mi? Ya da denize ve akarsuya bakıyorsunuz zihni boşaltmak için.

Nefes çalışmasını bu çalışmadan sonraya bırakmıştım. Sadece sol burun deliğinden nefes alıp vererek sakin olan sol tarafımızı etkinleştirmek ve beyin dalgalarını “beta”dan “alfa” konumuna getirip meditasyona hazırlamak için…

Nefes çalışmasından sonra ise gözleri hiç açmadan meditasyona geçmiştik. Önemli olan rahat hissetmekti. Üşümemekti. Çünkü beden rahat hissetmezse meditasyona geçemezdi. Üzerimize bir şey giymek ya da örtmek, sırtımızı bir yere yaslamak, sırt üstü yatmak… Hepsi bedeni rahat hissettirmek içindi. Nefese odaklanmak ve zihni tek bir noktaya odaklamak… Gelen düşüncelerin peşinden gitmeden sadece nefesi ve bedeni izleyerek kalmak… Renkler, geometrik şekiller… Bir an için belki de nefes almadığımızı düşünmek ama zihnin oyunlarına kanmamak… Ruhu özgürleştirmek… Ruhun özgürleşmesi için ortam yaratmak… Özgürleşmek isterse uçup gitmesine izin vermek… Sonrası sonsuz mutluluk, “samadhi”, “nirvana”…

Gerçekten de gün içinde kendi içimize dönebiliyor muyuz? Sinirlendiğimizde ani tepkiler vermek yerine gözlerimizi kapatıp içimize dönüp en azından beşe kadar sayıp sonra daha sağlıklı bir tepki verebiliyor muyuz? Bir an için bile olsa durabiliyor muyuz? Koşmak yerine durup bekleyebiliyor muyuz? Kendimize ayırdığımız kısacık anları kendi kendimize keyifle ve acele etmeden doyasıya yaşayabiliyor muyuz? Gün içinde derin bir nefes alıp gözlerimizi kapatıp ruhumuzu bir anlığına da olsa onurlandırabiliyor muyuz?  Zihnimizin önden gitmesi yerine zihnimizin, bedenimizin ve ruhumuzun bir arada ve uyumlu hareket etmesini sağlayabiyor muyuz? Acele etmeden yaşayabiliyor muyuz?

neden yoga?

Standard

Yogayı diğer fiziksel aktivitelerden farklı kılan nedir? Zaman zaman bu soruyu kendi kendime sorarken buluyorum. Yogayı “dinamik stretching”den (esneme) ya da “pilates”ten ayıran nedir? Ya da başka bir fiziksel aktiviteden?

BEN_4569

Yoga, kelime anlamıyla birleşmek, birleştirmek demekti. Yoga beden, zihin ve ruh birliği ve bütünlüğü demekti. Beden, zihin ve ruhun bir arada olması, uyumlu olması demekti. Yoga derslerinde akış içindeyken beden, zihin ya da nefesten yani ruhtan birini kaybettiysek, “yoga” olmaktan çıkıyorduk. Yani “yoga” aslında fiziksel bir aktiviteden öte bir “durum”du.

Yoga derslerinde öğretmenlerin en önem verdikleri şey beden ile nefesin aynı anda akabiliyor olmasıydı. Nefes alırken bir “asana”yı (duruş) nefes verirken diğer “asana”yı yapmaktı. Biraz daha açmamız gerekirse nefes aldığımız sürece bir “asana”yı yapmak ve nefes verdiğimiz sürece diğer “asana”ya geçmek ve nefesi verdiğimiz anda o “asana”nın nihai haline gelmekti. Tabii ki bedensel tüm aktivitelerde nefesin önemi yadırganamaz ancak yogada nefesin ayrı bir yeri vardı. Nefes, bizim ruhumuzdu. Dolayısıyla nefesteki en küçük bir tıkanıklık ruhumuzdan taviz vermemizi gerektiriyordu. Bunun içindir ki yoga derslerinin başında ya da sonunda genellikle “pranayama” (nefesi özgürleştirme) çalışmaları yapılırdı. Bağdaşta ya da dizlerin üzerinde omurgayı dik tutacak şekilde oturduktan sonra nefese odaklanarak nefes kapasitemizi geliştirmek ve zaman içinde “pranayamik nefes” adını verdiğimiz “yoga nefesine” ulaşabilmek. Yani akciğerler ve karnın birleşiminden oluşan bir soluma sistemi. Akciğerlerin tüm kapasite çalışması, diyaframın ve karnın da içinde olduğu derin ve uzun nefesler… Tüm bu nefes çalışmalarının sonunda, akciğer kapasitesini genişletip ders boyunca “asana”ları yaparken “pranayamik soluma” yapabilmek… İşte bu nefes tarzı ve ders boyunca nefese yani ruha verilen önem yogayı diğer fiziksel aktivitelerden ayırıyordu.

Her bir “asana”yı yaparken ve bir “asana”dan diğer “asana”ya geçerken nefesimizi kullanmamız ile aslında bedene binen yükü azaltıyorduk. Nefes ile birlikte bedenimizin açılmasına ve kapanmasına izin veriyorduk ve nefesi kullanarak bedeni fiziksel olarak çok yormadan akışta kalıyorduk. Aslında kendi içimizde enerji üretiyorduk. Zihnimizi ise nefesi izlemeye yönlendiriyorduk. Zihin, nefes ile bedeni uyumlamaya çalışırken başka şeyler düşünemiyordu. Sadece ve sadece nefesi ve bedeni izliyordu ve bedenin nefes ile aynı anda hareket etmesini sağlamaya çalışıyordu. Dolayısıyla zihin, beden ve nefes ile meşgul oluyor ve ne geçmişe ne geleceğe gidiyordu. Sadece ve sadece “şu an”da kalıyordu. Ve işte yoganın farkı buydu. Nefes yani ruh, beden ve zihin bir ve bütün ve uyumluydu.

Yoga derslerinin bir diğer farkı belli bir bölge üzerinde çalışmak ve dersin yarısına geldiğimizde o bölgeyi kullandığımız bir zirve duruşu ile dersi taçlandırmamızdı. Bir yoga dersinde kalça açıcı bir seri üzerine çalışabilir, bir başka derste ise ters duruşlara odaklanabilirdik. Bir başka dersin zirve duruşunu geriye eğilmelerden seçebilirdik.

Son olarak, yogayı diğer aktivitelerden ayıran en önemli özellik derslerde zihinsel rahatlama üzerine de çalışılması. Derse başlamadan önce en az beş dakikalık bir meditasyon yapıp dikkatleri bedene ve nefese yönlendirmek ve gün içinde o ana kadar yaşanan tüm olumsuzlukları ve yorgunluğu üzerimizden atmak… Dersin sonunda uzun bir “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) ile dersin fiziksel yorgunluğunu üzerimizden atmak…

Tüm bunlar nereden aklıma geldi de bu yazıyı yazdım diye düşünüyorsanız eğer, bir grup dersinden önce öğrencilerden biriyle konuşuyorduk. Öğrenci, “ne kadar yorgun olursam olayım, derse ne kadar zor gelirsem geleyim ve derste ne kadar zor bir akış yapmış olursak olalım, dersin sonunda “savasana” ile dinlendikten ve tekrar uyandıktan sonra kendimi inanılmaz enerji dolu hissediyorum. Sanki ders boyunca bedenime enerji yükleniyor” dedi. Evet, gerçekten de öyleydi. Yogada nefeslerimizi derinleştirdiğimiz için kana daha fazla temiz oksijen karışıyor ve böylece enerjimiz yükseliyor ve dersin sonunda kendimizi daha sağlıklı, güçlü ve coşkulu hissedebiliyorduk. Bazı araştırmalara göre, yoga duruşları “kortizol” hormonunu dengeliyor ve bu sayede enerjik hissediyorduk. Diğer tüm fiziksel aktiviteler gibi yoga bedendeki “serotonin” ve “endorfin” hormonlarının yükselmesine yardımcı oluyor ve böylece de dersi gülümseyerek tamamlıyorduk. Gülümsemenin ve kahkahaların kendimizi ne kadar enerjik ve coşkulu hissettireceğinden bahsetmeme gerek yok sanırım. Yogayı diğer fiziksel aktivitelerden ayıran ne miydi? Dersin sonunda yorgunluktan eser kalmaması; aksine bir başka ders daha yapabilecek kadar enerji dolu hissetmek… Yoksa siz hala yoga denemediniz mi?

 

yin ve yang

Standard

Uzun zamadır derslerde hep karın güçlendirici akışlara ve ters duruşlara ağırlık vermişiz. Nedense mevsimlerden yazsa ve hava sıcaksa hemen hemen herkes derslerde yoğun akışlar yapmak ve derse ayırdıkları süre içinde azami fayda sağlamak istiyor. Bu dönemlerde bedeni esnetmeyi unutuveriyoruz. Tabii ki beden esnetilmeye başlandığında da ne kadar çok ihmal edildiğini bize hemen hatırlatıyor.

2009-2010 tum fotolar 309

Geçen hafta sonbahar gündönümü haftası olduğu için birkaç grup dersimde “surya namaskara” (güneşe selam) serilerine ve karın güçlendirici hızlı akışlara odaklanmıştık. Derslerin birindeyse gruptakiler bedenlerini esnetmek istediklerini söyledi. Yalnız “yin yoga” gibi uzun beklemeli duruşlar değil daha dinamik tarzda bir esnetme dersi istediler.

Başlangıç meditasyonu sonrasında bağdaşta omurgayı sağa ve sola esneterek (lateral esneme) başladık. Omurgayı öne eğdikten sonra dizlerimizin üzerinde “marjaryasana-bitilasana” (kedi-inek esnetmesi) yapıp omurgayı burguyla rahatlattık.

Öğrenciler dinamik tarzlı bir esnetme istedikleri için yerdeki burgudan sonra “adho mukha svanasana”ya (aşağı bakan köpek) geçtik. Bu duruşta baldır kaslarını esnettik ve dizleri büküp düzelterek bacak arkasındaki “hamstring” kaslarını uzattık.

Ders boyunca ayakta “lateral esneme”, “uttanasana” (ayakta öne eğilme), “parsvakonasana” (yan açı duruşu), “ashwa sanchalanasana” (yüksek hamle), “anjaneyasana” (alçak hamle), “eka pada raja kapotasana” (güvercin duruşu), “square” (kare duruşu), “gomukhasana” (inek başı duruşu) ve bu duruşta “garudasana” (kartal) duruşunun kol şeklini yaptık. “Upavistha konasana” (oturarak açı duruşu) ve sonrasında burgu ile dersi tamamladık.

O gün duruşlarda uzun süre beklemeyeceğimiz için öğrencilerle birlikte ben de kendimi akışa bıraktım. Gözlerimizi kapatarak yerde omurganın ısınmasını fark ettikten sonra aşağı bakan köpekte arka bacak kaslarımızın ne kadar da gergin olduğunu gözlemledik. Dinamik esneme yaparken bir duruştan bir duruşa nefeslerle birlikte dans eder gibi geçtik. Duruşlar kesintiye uğramadan tıpkı bir dans gibi bir ders olmuştu.

Duruşları yaparken ne kadar uzun süredir hızlı derslere ağırlık verdiğimizi düşündüm. Akış dersleriyle bedeni güçlendiriyoruz elbette ama peki bedenin esnekliği? Hani bedenimiz esnediğinde zihnimiz ve düşüncelerimiz de esniyordu? Ne kadar da katılaşmıştık hiç fark etmeden. Eskiden çok rahat yapabildiğim duruşlarda zorlandığımı ve orada birkaç nefes dahi olsa beklemenin ne kadar da zor olduğu gördüm. Beden güçlenmişti güçlenmesine ama biraz da esnemek istiyordu. Yin-yang döngüsünü unutuvermiştim. O dersten sonra yin-yang döngüsünü hem günlük hayatımda hem de derslerimde daima hatırlamaya karar verdim. Hayat sadece heyecanlı anlardan, hızlı akışlardan ve eğlenceden oluşmuyordu; aynı zamanda hayatta dinlendiğimiz anlar, sakin dönemler ve içimize döndüğümüz ve kendi içimizde yaşadığımız zamanlar da vardı. Bunu bana hatırlattıkları için öğrencilerime bir kez daha teşekkür ediyor onların önünde saygıyla eğiliyorum.