Tag Archives: kalça

güven mi risk mi?

Standard

Hayatınızda sizler için güven mi önemli yoksa risk alabilen bir kişi misiniz? Günlük hayatınızı yaşarken güvenli bölgede kalmak mı yoksa zoru seçip bilinmeze doğru yürümek ve risk almayı mı tercih edersiniz? Bu hafta yoga derslerinde çakralar üzerinde yoğunlaşmaya devam ediyordum. O günkü derste sıra “manipura çakra”ya (karın çakrası) gelmişti. Ve akışta içimizdeki güç ve mücevher üzerine çalışacaktık. Dersin teması hayatta güvenli bölgede kalmak ve kendimizi hiç zorlamadan güven içinde bilindik bir akış yaşamak mı yoksa bilinmeze doğru yol alıp güvenli bölgeden çıkıp riske girmek miydi?  

Ders boyunca karın kaslarını güçlendiren “asana”lar (duruş) yaptık ve dersin ilk yarısı zirve duruşu için hazırlandık. Zirve duruşu bizi güvenli bölgeden çıkaracak bir duruş olmalıydı. Bu duruşu denerken risk almalıydık.  

Bu akışı sabah ve akşam iki ayrı derste de yaptırmıştım. Her iki ders için iki ayrı zirve duruşu seçmiştim çünkü sabah grubu ve akşam grubundaki kişiler bazı duruşları çok iyi yapıyor bazılarında ise  zorlanıyordu. Amaç güvenli bölgeden çıkıp risk almaksa her iki grup da risk almalı ve karın çakrasını etkinleştirmeliydi. Bunun için bir derse zirve duruşu “bakasana” (karga duruşu) diğerinde ise “eka hasta bhujasana” (tek el kol denge duruşu) idi. İki duruş da katılımcıların her zaman yapmaya alışık olmadığı ve o gün derse katılanları zorlayacak, güvenli bölgeden çıkaracak ve onların risk almasını sağlayacak duruşlardı.  

“Bakasana”yı denediğimiz derste bazı öğrenciler güvenliği bir kenara bırakıp risk almak için duruşu denediler. Kimileri sadece tek ayağını kaldırdı, kimileri ise sadece dizlerini kollarına dayayıp ayaklarını yerde tutarak güvenli bir şekilde kalmayı tercih etti.  

“Eka hasta bhujasana” denediğimiz derse ise yine aynı şeyi gözlemledim. Bazı öğrenciler sadece kalçalarını esnetip bacaklarını omuzlarının üzerine yerleştirip orada beklemeyi tercih ederkin kimileri kalçalarını yerden kaldırmayı denedi.  

O gün derslerde gözlemlediğim şey “mat” üzerinde yaptığımız her şeyin tamamen kişiliğimiz ile doğru orantılı ve alakalı olduğu idi. Eğer ayakları sağlam yere basan kişilersek, denge duruşlarında ve risk almada zorlanıyorduk. Ya da hayatı çok ciddiye alan kişiler değilsek ve hayata biraz eğlence olarak bakıyorsak, bu tarz duruşlar ve dersler bizim için sadece eğlence ve keyif haline geliyordu. Sonuçta hayatı çok ciddiye alıp güvenli bölgede yaşayıp ayaklarımızı yere mi basmalıydık yoksa güvenli bölgeden çıkıp risk mi almalıydık? Hayat o kadar da ciddi bir şey miydi? Azcık eğlence ve riskin bize ne zararı olabilirdi ki?  

yoga ve felsefe

Standard

Grup yoga derslerinde genellikle yoga felsefesinden ve kimi “asana”ların (duruş) hikayesinden bahsetmiyorum. Neden diye soracak olursanız, aslında cevabı çok basit. Grup derslerini çoğunlukla spor tesislerinde veriyorum ve derslere daima ilk defa gelen kişiler de oluyor. Kendimi onların yerine koyuyorum. Belki de bir spor tesisine ilk defa üye olmuş ve yoga dersi “kolaydır”, “bedeni esnetir” düşünceleriyle derse gelmiştir ve gelir gelmez de öğretmen onun hiç anlamadığı bir dilden konuşuyordur. Kendimin ilk yoga dersini gözlerimin önüne getiriyor, “beden bedendir, bedenin dili mi olur, bedenin belli bölgeleri bize bir şey mi ifade eder” diye düşündüğümü ve dersin sonundaki “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) sırasında sırt üstü yatıp “artık bitsin, ne olur” diye acılar içinde kıvrandığımı hatırlıyorum. Belki de bu yüzden spor tesislerindeki yoga derslerinde felsefeden uzak duruyorum. Ama tabii ki kimi zamanlar kendimi daha içe dönük hissediyor ve felsefeden bahsetmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta içe dönmek istediğim ve öğrencilere felsefeden ve mitlerden bahsetmek istediğim bir haftaydı.

20160114_123329

Sabah dersinde öğrencilerin kimi sırt kaslarını esnetmek istediğini kimileri de kalça kaslarını esnetmek istediklerini söylediğinde o günkü zirve duruşunu bulmuştum. “Kurmasana” (kaplumbağa duruşu). Bu “asana” ile hem sırt kaslarını, omuz kuşağını hem de kalça kaslarını esnetecek ve tüm öğrencilerin istediği tarzda bir ders olacaktı. Derslere başlarken çoğunlukla o gün hangi zirve duruşunu yapacağımızdan, bu duruş için hangi kasları güçlendireceğimizden ya da esneteceğimizden bahsederdim. O günkü derste de öğrencileri aynı şekilde bilgilendirdim. Belki bu aralar okuduğum kitaplardan ya da ilgilendiğim konulardan… Sebebini hiç bilmiyorum ama birden felsefeden bahsetmeye başladım. İçe dönmekten, beden-zihin-ruh birliği ve uyumundan, öncelikle nefesleri sakinleştirmekten ve sonrasında bedeni rahatlatmaktan… Bedeni de rahatlattıktan sonra zihni nefesleri izleyerek beden üzerinde tutmaktan… Tabii ki her dersin başında bu tarz konuşmalar yapıyordum ama o gün daha farklı bir şey vardı. Sadece kendimizle ilgilenmek, gözleri kapatıp içe dönmek, dışa değil içe odaklı yaşamak, dış dünya ile bir süreliğine bile olsa ilişkiyi kesmek ve sadece ve sadece beden ve nefesle ilgilenmek…

Dersin ilk yarısı boyunca zirve duruşu için gerekli olan bölgeleri esnettikten sonra sıra zirve duruşuna gelmişti. “Kurmasana” ya da “kaplumbağa” duruşu öne esnediğimiz ve içe kapandığımız bir duruştu. Nasıl ki kaplumbağalar korktuklarında, dinlenmek istediklerinde, kendi kendilerine kalmak istediklerinde başlarını kabuklarının içine sokar ve evlerine, yuvalarına ve gerçek benliklerine dönerlerdi bizler de o gün kendi kabuğumuza çekilmek, yuvamıza dönmek, benliğimize dönmek, içe dönmek ve evimize dönmek için çalışmıştık. Dersi “daima dışa odaklı yaşamak yerine, daima dış dünyayı izlemek ve onunla ilgilenmek yerine kimi zaman sadece içimizde yaşamalı ve içe dönüp kaybettiğimiz özümüzü hissetmeliyiz” diyerek dersi tamamlamıştık.

Akşam dersine gittiğimde ise aklımda karın odaklı bir ders vardı. Ancak derse yeni öğrenciler gelmişti. Bu nedenle onların da çok fazla zorlanmayacağı bir ders yapmaya karar verdim ve kalça açıcı bir seri çalıştırdım. Spor tesislerindeki grup derslerinde öğretmenleri en çok zorlayan konu derslere katılan müdavimlerden başka ilk defa yoga derslerine gelen öğrencilerdir. Eskilerle yenileri memnun etmek ve herkesin dersten azami fayda sağlayarak ayrılmasını sağlamak… O akşam da benim için oldukça zor bir dersti. Kalça açıcıları kolay diye seçmiştim ama eski öğrencileri de mağdur etmek istemediğim için biraz zor bir zirve duruşunda karar kılmıştım. “Hanumanasana” (maymun duruşu). Bu duruş için kasık kaslarını, kalça fleksör kaslarını ve hamstring kaslarını esnetmek gerekiyordu. Dersin ilk yarısı boyunca esnetilmesi gereken tüm kasları iyice açtık ve esnettik. “Hanumanasana”, sadakatin, özverinin ve sevginin anlatıldığı bir “asana”ydı. Bir arkadaşın bir arkadaşı için sadakat ve özveri ile bir şeyi başarmaya çalışmasını anlatıyordu. Bir arkadaşın arkadaşı için sadakatle imkansız olanı başarmasını anlatıyordu. Sevgi, sadakat ve özveri ile hamle yapmaktan ve ileriye atılmaktan ve bir başka hamle yaparak geri dönmekten bahsediyordu. Belki o günkü hamlemiz küçücüktü ya da belki birkaç gün önceki hamlemizle kıyasladığımızda daha hafifti. Belki bir önceki denememize kıyasla daha iyi bir hamle yapmıştık ve neredeyse kalçamız yere değecekti. Önemli olan hamle yapabilmekti… Önemli olan harekete geçmekti… Önemli olan sadakatle, özveriyle ve sevgiyle hamle yapabilmekti… Gerek günlük hayatımızda gerekse yoga derslerinde önemli olan sevgiyle, sadakatle ve özveriyle harekete geçmek, hamle yapmak ve adım atabilmekti. Hırslarımıza kapılmadan saf sevgiyle adım atabilmek ve bir yere varabilmekti.

O günkü derslerin sonunda aslında grup derslerinde de felsefeye biraz ağırlık vermem gerektiğini fark ettim. Spor tesislerinde öğrenciler zaten diğer grup derslerine de katılarak fiziksel olarak güçlenip esneyebiliyorlardı. Önemli olan yoga derslerinde zihinleri ve ruhları biraz onurlandırmak ve tazelemekti. Bunun yolu da biraz daha nefes çalışmasından, meditasyondan ve felsefeden geçiyordu. Kaplumbağa gibi içe dönmekten ve “Tanrı Hanuman” gibi sadakatle, özveriyle ve sevgiyle adım atmak, hamle yapmak ve harekete geçmek ve engelleri aşmaktan…

derse katılmak

Standard
Yoga eğitmeni olarak derslerde öğrencilere örnek olmak için “asana”ları siz de yapmalı mısınız yoksa sadece sözlü yönerge vermeli ve öğrencilerin arasında dolaşıp hizalanmalarını kontrol etmeli ve onları “asana”larda derinleştirmeli misiniz? Belki çoğu eğitmenin karşılaştığı en önemli sorunlardan birisidir bu. Öğrencilere model olmak için “asana”ları yaparsanız, öğrenciler bu duruşları “sizin gibi” yapmaya çalışabilir ve kendilerini sakatlayabilirler. Model olmaz da öğrencilerin arasında dolaşırsanız da bazen verdiğiniz sözlü yönergeleri anlamayabilirler. Yani hangi tarzı seçerseniz seçin, öğretmen olarak sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Kişisel olarak ben, derslerde öğrencilerin arasında dolaşıp hizalanmalarını kontrol etmeyi tercih ediyorum. Bu nedenle de uzunca bir süredir derslerde akışlara katılmıyorum. Meğerse öğrenciler benim de akışlara katılmamı ve onlarla “bir bütün olarak” yoga yapmamı istiyorlarmış.
20150202_104809
Geçen hafta özel dersime gittiğimde öğrencinin birkaç gündür çok yoğun kardiovasküler çalışmalarda bulunduğunu ve zihinsel olarak da yorgun olduğunu gördüm. O an bedeni ve zihni esnetmemiz gerektiğini fark ettim. Uzun zamandır hızlı ve akışlı dersler yapmıştık. Biraz yavaşlamanın vakti gelmiş de geçiyormuş meğer.
Nedense o gün ben de derse katılmak ve öğrenciyle birlikte asanaları yapmak istemiştim. Doğa sesleri eşliğinde uzunca bir meditasyondan sonra, “sukhasana”da (kolay oturuş) bedeni sağa ve sola esnettik (lateral esneme). Bu duruşta kalmaya devam ettik ve omurgayı yuvarlayıp düzelterek bedeni ısıttık. En son burgular ile omurgayı iyice hareketlendirdik ve dört ayak üzerine geçtik. Dört ayak üzerinde baldır kaslarını, kasık ve bacak içlerindeki kasları esnettik. “Uttana shishosana” (uzanmış köpek yavrusu) ile omurgayı geriye doğru eğmiş ve “balasana” (çocuk duruşu) ile omurgayı öne doğru eğip dengelemiştik.
“Ashwa sanchalanasana” (yüksek hamle) ve “anjaneyasana” (alçak hamle) duruşları ile kasık kaslarını ve kalça fleksör kaslarını esnettik. Bu arada ben, öğrencinin tam karşısına yerleşmiştim. Dört ayak üzerinde bedenin sağ ve sol yanlarını esnetirken (lateral esneme) öğrencinin kulağın yanında bana doğru dümdüz uzayan kolunu yakalamış ve bedenin yanını daha da esnetmesine yardımcı olmuştum. Bu arada o da benim bileğimi yakaladığı için benim bedenimin yanını esnetiyordu.
“İkili çalışmamız” hamle duruşlarında da devam etti. Birbirimize uzanan kolları tutup duruşlarda daha da derinleşmiştik. “Anjaneyasana”da ön bacağı düz hale getirip bacağın arkasındaki “hamstring” kaslarını esnettikten sonra kalçayı yere oturtup uzun olan bacağın üzerine doğru öne eğilmiştik. On nefes bu duruşta bekledikten sonra nefes alırken omurgayı yukarı doğru uzatmış ve nefes verirken geriye doğru yatmıştık (half saddle/yarım eyer duruşu). “Half saddle”da uzun olan bacağın açısını değiştirip duruşta derinleşmiş ve ön bacak kaslarını daha da esnetmiştik. Aynı seriyi öbür bacakta tekrarladıktan sonra, “supta virasana” (yerde kahraman duruşu) ile ön bacak kaslarını ve göğüs kafesini rahatlatmıştık. Bu duruştan kalktıktan sonra “virasana”ya (kahraman duruşu) geçmiş ve bu duruşta bedenin iki yanını esnetmiş (lateral esneme), omurgayı yuvarlamış ve göğüs kafesini açmış ve en son omuzları geriye doğru yuvarlamış ve göğüs kafesini tavana doğru çevirip göğüs kafesini iyice açmıştık.
“Half frog” ile bacağın arkasındaki “hamstring” kaslarını ve bacağın içindeki kasık kaslarını esnetmiş ve bedeni bükürek burguyla omurgayı rahatlatmıştık. Kasık kaslarını biraz daha esnetmek için “frog” (kurbağa) duruşunda bir süre beklemiştik. Dizlerin üzerinde yükselmiş ve kollarla tavana doğru uzamaya çalışmıştık.
“Adho mukha svanasana” (aşağı bakan köpek) ile bedeni dengeledikten sonra “eka pada raja kapotasana” (güvercin duruşu) ile kalçayı dışa çeviren kasları rahatlatmıştık. Sonra arkadaki bacağın topuğunu kalçaya doğru yaklaştırmış, önce ters tarafın koluyla bu ayağı yakalamış ve omurgayı yana doğru açmıştık. Sonra aynı taraftaki kolla ayağı yakalamış, öbür tarafın kolunu kulağın yanından tavana doğru uzatmıştık. Biraz daha derinleşmek için iki kolu da geriye doğru götürmüş, omuzları geriye doğru yuvarlamış ve arkadaki ayağı tutmaya çalışmıştık.
Bedenin enerjisini terse çevirmek için “salamba sarvangasana”, “halasana” ve “karnapidasana” (omuz duruşu/saban duruşu/kulak basıncı duruşu) serisini kullanmıştık. “Setu bandhasana” (yarım köprü) ile göğüs kafesini esnettikten sonra “cat tail” (kedi kuyruğu duruşu) ile omurgayı bükmüş ve rahatlatmıştık. Dizleri göğüs kafesine çekip (apanasana) omurgayı sağa sola ve öne arkaya salladıktan sonra “ananda balasana” (mutlu bebek duruşu) ile kuyruksokumunu rahatlatmıştık. Sırada “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu).
“Savasana” sonrasında bağdaşta otururken öğrenci, “sizinle birlikte yoga yapmayı özlemişim. Ne zamandır sadece sözlü yönerge veriyorsunuz ve asanaları siz yapmıyorsunuz. Birlikte çalışmak çok iyi geldi. Hele ki karşılıklı birbirimizin esnemesine yardım ettiğimiz ve birbirimizi uzattığımız duruşlar çok keyifliydi ve her asanada daha da derinleşmemi sağladı” dedi. O an anladım ki kesin bu doğru, kesin şu doğru diye bir şey yok. Tabii ki öğrencilerin arasında dolaşmak, onların hizalanmalarını kontrol etmek ve onları duruşlarda derinleştirmek öğretmen olarak yapmamız gereken bir şey. Ama sanırım öğrenciler ara sıra onlarla birlikte bir şeyler yapmamızı istiyor. Galiba ara sıra öğrencilerle birlikte akışlara katılmak ve asanaları yapmak onlarla iletişimimizi artırıp birbirimize daha yakın ve duyarlı olmamızı sağlayacak. Diyorum ya, doğru diye bir şey yok. Öğrencilerin ve bizim o günkü ruh halimiz, içgüdülerimiz, isteklerimiz ve tercihlerimiz bizi yönlendirecek olan.

mutsuz olunca…

Standard
Yaşananlardan dolayı mutsuz ve keyifsiz olduğunuzda, gelecekten umudunuzu yitirdiğinizde ve yaşadığınız ülkeye ve topluma güveninizi kaybettiğinizde… Hiçbir şey yapmak istemediğinizde ya da ne yapacağınızı bilemediğinizde… Ama ders vermek, yazı yazmak ve toplumun küçük bir kısmında bile olsa bir değişiklik yaratmak gibi bir yükümlülüğünüz olduğunda… Ne yapabilirsiniz? Ya da ne yapmalısınız?
BEN_4569
Geçen hafta ülkemizde yaşanan vahim ve üzücü gelişmelerin üzerimde yarattığı mutsuzluk ve umutsuzluk ile bu haftaki derslerime doğru yol aldım. Bir yandan da derin düşünceler içindeydim. Kendi ruh halim böyleyken, kendimi mutsuz, umutsuz ve güvensiz hissederken öğrencilere nasıl umut verecektim? Nasıl bir ders işleyecektim? Onların tükenmişliğini nasıl geçirecektim?
Olaylardan sonraki ilk grup dersime gittiğimde öğrencileri de yılgın, mutsuz ve umutsuz buldum. Herkesi biraz rahatlatmak için ne yapabilirim diye düşünürken kalp çakrasına (anahata çakra) odaklı bir ders yapmaya karar verdim. Böylece göğüs kafesini esnetecek ve daha çok sevebilecek, birbirimizi daha iyi anlayabilecek ve ülkemizde ve dünyamızda belki birazcık fark yaratabilecektik. Dersin zirve duruşu “urdhva dhanurasana” (tam köprü) olacaktı. Yerden bedeni kaldırmak, göğüs kafesini iyice gökyüzüne doğru yükseltmek ve bu arada nefeslerle göğüs kafesini esnetmek…
Bu asanayı her zaman çok rahatlıkla yapan öğrenciler bile göğüs kafeslerini açarken ve geriye eğilirken çok zorluk çekti. Mutsuzluk, umutsuzluk, güvensizlik ve tükenmişlik göğüs kafesinde birikmiş, bedeni ağırlaştırmış ve geriye eğilmeyi zorlaştırmıştı. Yaşananlar yüreklere ağır geliyordu…
Özel dersime gittiğimde de durum farklı değildi. Öğrenci, ters duruş çalışmak istemişti. Bedeni ters çevirip dünyaya başka bir gözle bakabilmek için… Bakış açımızı değiştirebilmek, karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini anlayabilmek… Zirve duruşu ise “sirsasana B”ydi (tripod baş duruşu).
Öğrenci, yoğun ve zor derslere alışıktı. Onunla hep ileri seviyede dersler yapardık. O gün ise, zirve duruşuna hazırlandığımız dersin ilk yarısında oldukça zorlandı. Bedeni titriyor, kollarının üzerinde durduğumuz duruşlarda zorlanıyordu. Özellikle “phalakasana” (sopa duruşu) ve “adho mukha svanasana” (aşağı bakan köpek) ve bu duruşların varyasyonlarında…
Derse başlayalı henüz yirmi dakika olmuştu. Öğrenci, devam edemeyeceğini ve zirve duruşunu yapıp dersin kalan kısmında bedeni esnetmek istediğini söyledi. Tripod baş duruşunu yaptıktan sonra derse “yin” tarzda devam ettik. Her bir asanada dört ya da beş dakika bekliyorduk. Öne eğilmelere ağırlık verdik. Öne eğilerek bedeni ve ruhu biraz daha esnetmek ve huzura kavuşturmak istiyorduk. “Half butterfly” (yarım kelebek) ve “caterpillar” (tırtıl) ile öne eğilip içimize dönmüştük. “Sleeping swan” (uyuyan kuğu) ve “frog” (kurbağa) ile kalça ve kasıkları esnetmiştik. Malum olumsuz her duygu ve düşünce kalçalarda birikiyordu. Biz de kalçaları esneterek bu olumsuz duygu ve düşüncelerden bir süreliğine bile olsa arınmaya çalıştık. Dersi bitirmeden “sphinx” (sfenks) ile göğüs kafesini esnetip göğüste ve sırtta biriken ağırlıktan kurtulduk. “Jathara parivartanasana” (karından burgu) ile bedeni ve omurgayı dengeledikten sonra “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) ile dersi bitirdik.
Dersin “yin” kısmında ben de asanaları yapmak istedim. Nefesim kesik kesik, göğsüm ağırlaşmış haldeydi. Ben de öğrenciyle birlikte esnersem, biraz rahatlayabileceğimi düşündüm. Hatta dersin sonunda “savasana”da ben de uzandım. “Savasana”da kuş ve doğa sesleriyle bezenmiş klasik müzik parçası dinliyorduk. Gözler kapalı, nefesler doğal akışında, rahat ve huzurlu… Sanki dağ başında, akan bir suyun yakınında, kuş seslerinin eşliğinde yeşillikler içinde bir yerdeydik… Gözlerin önünde dans eden gökkuşağı renkleri… Birkaç saniyeliğine ya da dakikalığına bile olsa kendimizden geçmiştik. Tüm yaşanan olumsuz olaylardan uzakta… Huzurlu ve umutlu… Fark yaratabilmiştik; bir anlığına bile olsa… Keşke bu değişikliği her zaman, her yerde ve her koşulda yaratabilme şansımız ve gücümüz olsaydı!…

arayış

Standard
Zaman aslında ne kadar değişken bir kavram değil mi? Sevdiğiniz bir işi yaparken ya da sevdiklerinizle birlikteyken zamanın nasıl çabuk geçtiğini anlamazken, sevmediğimiz bir iş yaparken dakikalar saatler gibi gelir insana… Geçenlerde hamile yogası (prenatal yoga) dersinde zamanın nasıl da geçtiğini ne ben ne de öğrenciler anlayabildi ! O gün her zamankinden farklı bir çalışma yapmıştık. Belki de bu nedenle zaman akıp geçmişti.
20130412_125946
Hamile yogası derslerinde ne yazık ki seçeneklerimiz diğer yoga tarzlarına göre kısıtlı. Birçok asanayı modifiye etmemizin ötesinde arkaya eğilmeler ve ters duruşlar gibi birçok asana grubunu da derslerde kullanamıyoruz. Karın üstünde yapılan asanalardan, karın güçlendiricilerden ve derin burgulardan kaçınıyoruz. Hal böyle olunca da seçeneklerimiz oldukça azalıyor.
Derslerde, gebelerin varis, sırt ve bel ağrıları, kalça ve kuyruk sokumunda ağrı, halsizlik, depresyon ve kabızlık gibi rahatsızlıklarına karşı özel akışlar üzerine yoğunlaşabiliyoruz. Yine de dersler aşağı yukarı birbirinin aynı oluyor çünkü yapabileceklerimiz kısıtlı…
Hamile yogası derslerini nasıl biraz farklılaştırabilirim diye uzun zamandır düşünüp duruyordum. Bir arkadaşımın sırt kaslarını güçlendiren “full back” dersinden hamile yogası derslerime kattığım hareketler oldu. Sırt kaslarını güçlendirmek ve sırt ağrılarını dindirmek için… Yin yogadaki bazı asanaları derslerime kattım. “Water bug” (su böceği) duruşunda ayak bileğinin fleksiyonu ve ekstansiyonu ile hem kasık ve hamstring kaslarını esnetiyor hem de hamilelikte sıkça rastlanan krampları engellemeye çalışıyorduk. “Half frog” (yarım kurbağa) ya da “half butterfly” (yarım kelebek) duruşunda bacak içine eğilerek kasık kaslarını esnetiyorduk. “Maurading bear” (yağmalayan ayı) duruşu ile kalçaya daireler çizip kalça eklemini rahatlatırken, “pawanmuktasana”lar (eklem açıcılar) ile ayak bileklerinden kalça eklemine kadar bacağın her bir noktasını esnetip rahatlatıyorduk.
Değişikliği seven biri olarak bir süre sonra hamile yogasına eklediğim bu yeni çalışmalar da beni mutlu etmemeye başladı. Sanki hep aynı şeyleri yapıyormuşuz, her ders birbirinin tekrarıymış gibi geliyordu bana. Ve tabii ki yeniden arayış içinde buldum kendimi. İnternet sitelerini ve videoları araştırıp elimdeki yoga kitaplarını ve kaynaklarını kurcalıyordum.
Sonunda aradığımı buldum. Derslerime katabileceğim yeni asanalar bulmuştum. Bakış açım değişmişti. Hiç aklıma gelmeyen şeyleri eklemiştim prenatal yoga derslerine… Aslında hamile yogası dersinde belli başlı asanaları çalışabiliyoruz. Bu konuda yapabileceğimiz bir şey yok. Ama bir “asana”dan başka bir “asana”ya durup bekleyip geçmektense kimi zaman “asana”ları birbiri ardına bağlayabilirdik. Ya da bir “asana”da beklerken yapabileceklerimizi çoğaltabilirdik. Nasıl mı? Açıklamaya çalışayım.
Genelde hamile yogası dersinde bir “asana”yı yaparız. Beş nefes bekledikten sonra dinlenir, sonra başka bir “asana”ya geçeriz. Uzun zamandır derslerimde hafif “vinyasa”msı bir akış uyguluyordum. “Tadasana”da (dağ duruşu) kalçanın rotasyonunu çalıştıktan sonra, sağ bacağı geriye atıp “virabhadrasana I” (birinci savaşçı) ve “virabhadrasana II” (ikinci savaşçı) yapıyorduk. Sonra bacaklar “V” şeklinde kalacak şekilde yana dönüyorduk. Yani “mat”ı (yoga minderi) yanlamasına kullanırken yogik çömelme çalışıyorduk. Sonra sağ ayağı “mat”ın ters tarafına çevirip “virabhadrasana I” ve “virabhadrasana II” yapıyorduk. Tekrar “mat”ı yanlamasına kullanıyor ve yogik çömelme yapıyorduk. En son “mat”ın önünde “tadasana”da dinleniyorduk.
Bir başka akışta “tadasana” ile “mat”ın önünde başlıyor. Sağ ayağı geriye doğru atıp “parsvakonasana” (yan açı duruşu) ve “trikonasana” (üçgen duruşu) yaptıktan sonra iki eli yerdeki bloğun üzerine koyup “parsvottanasana” (bacaklar ayrı baş dize duruşu) yapıyorduk sonra üç nefeste dinlene dinlene ayağa kalkıyorduk. Bacaklar “V” şeklinde “mat”ı yanlamasına kullanırken “prasarita padottanasana” (bacaklar ayrı öne eğilme) ve “parivrtta prasarita padottanasana” (bacaklar ayrı öne eğilmede burgu) çalışıyorduk. Sonra sağ ayağı “mat”ın arkasına çevirip “parsvakonasana”, “trikonasana” ve “parsvottanasana” ile seriyi tamamlayıp üç nefeste “tadasana”ya kalkıyorduk.
Diyorum ya, bu “vinyasa”lar bile beni bir süre sonra mutlu etmemeye başladı. Değişiklik istiyordum. Sanki öğrenciler de sıkılıyormuş gibi geliyordu. Dersi nasıl renklendirip farklılaştırabilirim diye düşünüp duruyordum. En sonunda “asana”ları yaparken onları renklendirebileceğimi farkettim. Başvurduğum kaynaklar ufkumu genişletmeme çok yardımcı oldu.
Neler yapabilirdim? “Virabhadrasana I”deyken (birinci savaşçı) nefes alırken öndeki bükülü dizi düzeltip kolları yukarı doğru uzatabilirdim nefes verirken öndeki dizi büküp kolları “namaste”ye (dua pozisyonu) getirebilirdim. Bu akışı beş kez yapabilirdik. “Yogik çömelme”leri biraz değiştirebilirdim. Bu çömelmelere kolları katabilir ve kol, omuz ve sırt kaslarını güçlendirebilirdim. “Tadasana”da nefes alırken kolları yukarı doğru kaldırıp nefes verirken “namaste” pozisyonuna geçebilirdim.
Yerdeki “asana”larda yapabileceğimiz değişikliklere gelince… “Baddha konasana”da (kelebek/bağlı açı duruşu) nefes verirken omurgayı kamburlaştırıp bebeğe doğru bakıp nefes alırken göğüs kafesini açabilirdik. Yine bu duruşta sağa sola burgu yapabilir, doğum için çok önemli olan perine kasını esnetmek için sağa ve sola daireler çizebilirdik. Perine bölgesini biraz daha esnetmek için “upavistha konasana”da (bacaklar açık yerde öne eğilme) omurgayı düz tutmaya özen göstererek kalça ekleminden gidebildiğimiz kadar öne gidip sağa ve sola daireler çizebilirdik. Yine bu duruşta nefes alırken kollarla yukarı uzayıp nefes verirken elleri kalbin önünde dua pozisyonunda (namaste mudra) birleştirip nefes alırken öne katlanıp nefes verirken kolları kalçanın gerisine koyup göğüs kafesini esnetebilirdik.
Dört ayak üzerine gelip sağ bacağı havaya kaldırıp yana doğru açabilirdik. Beş kez sağ bacağı açıp kapattıktan sonra beş kez de sol bacağı yapıp “utthita balasana”da (uzanmış çocuk) dinlenebilirdik. Tekrar dört ayak üzerine gelip bu defa sağ bacağı havaya kaldırıp kalça ekleminden daireler çizebilirdik.
Hamile yogası derslerinde duvardan faydalanmayı çok seviyorum. Denge duruşlarını duvarda yaptığımızda hamileler kendilerine güvende hissettikleri için “asana”lardan azami fayda sağlayabiliyor. Duvarda denediğimiz denge duruşlarına yeni “asana”lar da eklemeye başlamıştım. Eller duvarda kalçayı sınıfın ortasına doğru ittirip 90 derece bir açıyla sırtı esnetip rahatlatmak bunlardan biriydi. Duvarda “uttana shishosana” (uzanmış köpek yavrusu) duruşu da omuzları, koltuk altlarını ve sırtı rahatlamak için birebirdi. Duvarda “pelvik tilt” çalışması da, “pelvis”in (leğen kemiği) hareketini yerde kavrayamayıp yapamayan gebeler için çok faydalıydı. Yine duvarda “utkatasana” (sandalye) yapmak da bacakların önündeki “kuadriseps” kaslarını güçlendiriyor ve doğum sırasında hamilelere gerekecek olan gücü kazandırıyordu. Duvarda sandalye duruşuna da eklemeler yapmıştım. Bu duruşta beklerken sağ bacağı erkeklerin bacak bacak üstüne attığı gibi atıp birkaç nefes beklemek hem duruşu zorlaştırıyor ve bacak kaslarını daha güçlendiriyordu hem de hamilelikte değişen beden dengesinin yeniden kazanılmasına yardımcı oluyor ve kalçayı dışa döndüren kasları esnetiyordu.
“Pranayama” (nefesi özgürleştirme) teknikleri üzerinde de araştırma yapmıştım. Hamile yogası derslerinde “ujjayi pranayama” (kahraman nefesi), “nadi shodhana” (enerji kanallarını arındıran nefes) ve “sitali pranayama” (serinletici nefes tekniği) kullanıyorduk. Bunlara ek olarak doğum sırasında kullanılabilecek beş değişik nefes vardı. Araştırmalarım sırasında daha önce hiç kullanmadığım bir nefes tekniği ile karşılaştım. Önce kendim denedim. Kendim denemeden ve etkilerini görmeden nasıl çalıştırabilir ve öğrenciler üzerinde ne gibi bir etki bırakacağını nasıl bilebilirdim ki? Nefesi burundan alıp nefesi ağızdan verirken “sssssss” sesi çıkarıyorduk. Nefes tekniğini çalışırken önce bedenim ardından zihnim iyice dinginleşti. Gözlerim kapalı nefeslerle gevşedim ve bu nefes tekniğinin “parasempatik sinir sistemi”ni gevşettiğini ve bu nedenle de beden ve zihin iyice rahatladığını farkettim. Yani doğum sırasında kasılmalar ve sancılar arasında bedeni ve zihni rahatlatabilecek bir nefes tekniğiydi. Bu tekniği de bundan böyle derslerime katabilirdim.
İşte o günkü hamile yogası dersimde bu yeni öğrendiğim “asana”ları ve teknikleri kullanmıştım. Belki de bu yüzden ders hem öğrencilere hem de bana çok eğlenceli ve değişik gelmişti ve zamanın nasıl akıp geçtiğini farketmemiştik. O gün öğrencilerle ilk defa meditasyon da çalışmıştık. “Ssssss” nefes tekniğinden sonra bedenin ve zihnin iyice gevşeyip dinginleştiğini farkedince “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) öncesinde meditasyon deneyimlemeye karar vermiştim. Öğrencilerin dikkatlerini nefeslerine yönlendirip bedenlerini ve yüz hatlarını gevşetmelerini istedim. Sakin, rahat, huzurlu… Nefeslere odaklanmalarını ve zihnin alıp başını gitmesine izin vermemelerini söyledim. Zihnin geçmişte yaşadıkları bir ana ya da gelecek ile ilgili planlarına gittiğini farkettiklerinde nefes alış verişlerini izleyerek zihni tekrar “şu ana” çekmelerini hatırlattım. Ve gevşedik, gevşedik ve de gevşedik. Gözleri açmadan bedeni sol tarafa doğru düşürüp dinlenmeye geçtik.
Zaman böylece akıp geçmişti. Sevdiğiniz bir işi yaparken ya da sevdiklerinizle birlikteyken zamanın nasıl çabuk geçtiğini anlamazken, sevmediğimiz bir iş yaparken dakikalar saatler gibi gelir insana… Önemli olan zor koşullarda bile nefeslerle sakinleşip zamanı “sanki sevdiğimiz bir işi yapıyormuşçasına” lehimize çevirmek… Ve daima hatırlamak: “Aslında sadece bir an var. O da yaşadığımız şu an.”

sizin cevabınız ne olurdu?

Standard
Yoga derslerinde nedense zor asanalar çalışmak isteriz. İster kendi yoga çalışmalarımızda olsun isterse katıldığımız ya da kendi verdiğimiz bir derste olsun arkaya eğilmeler, derin burgular, kalça açıcılar, denge ve kol denge duruşları ve ters duruşlar gibi zor asanalara yer veririz. Öne eğilmeleri çalışmayı pek tercih etmeyiz. Halbuki ben kendi kendime yoga yaparken öne eğilmeyi çok seviyor ve tercih ediyorum. Ancak derslerimde öne eğilmelerden ziyade arkaya eğilmelere, derin burgulara, yoğun kalça açıcılara, denge ve kol duruşlarına ve ters duruşlara daha çok yer veriyorum. O yüzden geçen haftaki özel ve grup derslerim bir istisnaydı.
2009-2010 tum fotolar 308
Geçen hafta özel ve grup derslerine gittiğimde içimde öğrencilere değişik bir deneyim yaşatma isteği vardı. Bahar havasından mı bilmem. Hep zorlayıcı asanalara odaklandığımız ve genelde aynı asanaları denediğimiz için biraz değişiklik yapmak istemiştim. Geçen hafta derslerimizdeki zirve duruşu “kurmasana” (kaplumbağa) olacaktı. Kararımı vermiştim. “Kurmasana” için bedeni nasıl hazırlamam gerekiyordu? Bacakların arkasındaki “hamstring” kaslarını, omuzları ve kalçaları esnetmek lazımdı. Omuzların içe doğru dönmesi (iç rotasyon) ve orta hattan uzaklaşması (abdüksiyon) ve kürek kemiklerinin (skapula) kalçaya doğru ittirilmesi gerekiyordu. Kuyruksokumunu geriye doğru ittirerek kalça ekleminden öne gitmeli ve artık öne gidemediğimiz noktada omurgayı yuvarlamalıydık (fleksiyon). Dersin tam ortasında zirve duruşunu yapacağımızı düşünürsek, dersin ilk yarısında bedenin tüm bu bölgelerini asana için hazırlamalıydık. Dersin ikinci yarısında ise “kurmasana”nın karşıt duruşlarıyla bedeni dengelemeli, omurgayı rahatlatmalı ve dinlenmeliydik.
Başlangıç meditasyonu sonrasında dizler üzerinde oturarak (virasana) ya da bağdaş kurarak (sukhasana) omuzları esnetmeye başladık. “Gomukhasana”daki (inek başı duruşu) kol pozisyonunu yaparak omuzları geriye doğru yuvarladık. “Garudasana”nın (kartal duruşu) kol pozisyonu ile de kürek kemiklerinin arasını esnettik. Kolları göğüs hizasından yukarı kaldırıp beş nefes bekledikten sonra kolları aşağı doğru göğüs hizasına indirip beş nefes bekledik. Böylece kürek kemiklerinin arasını iyice açtık. Yüz üstü yere yatıp yin yogadaki “broken wings” (kırık kanatlar) ile omuzları hem içeri döndürdük (iç rotasyon) hem de kürek kemiklerinin çevresindeki kasları biraz daha esnettik.
Bir “vinyasa” (akış) ardından “tadasana”ya (dağ duruşu) geçtik. Birkaç “surya namaskara” (güneşe selam) ile bedeni ısıttık. “Surya namaskara” akışlarının arasına bedeni zirve duruşuna hazırlayacak asanalar eklemeye başladık. Bir akış sırasında “uttanasana”da (ayakta öne eğilme) uzun beklerken bir başka akışta “uttanasana”da kolları arkada kenetleyip bedenden uzaklaştırmaya çalıştık. Tahmin ettiğiniz gibi omuzları esnetmek için… Omuzları esnetmek için “vinyasa”ların arasına “virabhadrasana I” (birinci savaşçı) ve “virabhadrasana II”yı (ikinci savaşçı) kattık ancak kolları “kartal duruşu kolları” şeklinde tutarak…
Akışlar arasında bacakların arkasındaki “hamstring” kaslarını esnetmek için “uttanasana”ya ek olarak “padangusthasana” (ellerle ayak baş parmağını tuttuğumuz asana), “pada hastasana” (elleri ayakların altına yerleştirdiğimiz asana), “parsvottanasana” (bacaklar ayrı baş dize duruşu) ve “prasarita padottanasana” (bacaklar ayrık öne eğilme) yaptık. “Prasarita padottanasana”da elleri arkadan kenetleyip kolları bedenden uzaklaştırıp omuz kuşağını esnetmeye devam ettik. Hem de bacakların içindeki kasık kaslarını da esnetmeye başlamıştık. Bacak içlerini biraz daha esnetmek için “ashwa sanchalanasana” (yüksek hamle) , “anjaneyasana” (alçak hamle) ve “parsvakonasana” (yan açı) duruşlarını da kattık akışlarımıza.
“Malasana” (dua tespihi/çelenk duruşu) ve yin yogadaki “water bug” (su böceği) ile “half frog” duruşlarıyla bacakların içindeki kasları biraz daha esnettik. “Upavista konasana” (bacaklar açık yerde öne eğilme) , zirve duruşu öncesi son hazırlık duruşumuzdu. Bu duruşta beş nefes bekledikten sonra, kolları bacakların altından geçirip omurgayı yuvarladık ve “kurmasana” yapmayı denedik. Kimisinin omurgası çok esnekti, bacak arkasındaki kasları gergindi. Kiminin omuzları çok esnekti ve rahatça yuvarlayıp bacakların arasına girebildi. Bacaklarının arkasındaki “hamstring” kasları çok gergin olanlar bacakları biraz bükerken, omuzları çok gergin olanlar omuzları içeri doğru bükemedi ve sadece omuzları biraz yuvarlayıp öne eğilmekle yetindi. Herkes kendi bedeninin sınırları içerisinde zirve duruşunu deneyimledi. Kendi bedeninin elverdiği ölçüde… Yanındaki kişiyle kendini kıyaslamadan… Sadece ve sadece içine dönerek…
Neden derslerde hep zor asanaları tercih ederdik? Neden hep yapmaya, başarmaya odaklı olurduk? Öne eğilmeler bize ne katardı? Neden öne eğilmeyi sever ya da sevmezdik? Dersi tamamlarken bu düşüncelerle dolup taşmıştım. Öne eğilmeler bizi sakinleştirip zihni meditasyon haline sokar. Bizi içe döndürür ve kendi içimizdekileri farketmemize yardımcı olur. Kimileri için öne eğilmek bedensel olarak zor olabilir. Omurganın, hamstring ve kalça kaslarının esnek olmamasından dolayı… Kimileri için ise öne eğilmek zihnen zordur. Öne eğilmek demek kabullenmek demektir. Öne eğilmek teslim olmak demektir. Öne eğilmek başkalarının karşısında gerektiğinde susmak ve “ego”yu da susturmak demektir. Öne eğilmek benliğini terbiye etmek demektir. Belki bedenen birçoğumuzun kolaylıkla yapabileceği asanalar dizisi olsa da, öne eğilmeler zihnen ve ruhen zorlayıcı olabilir. Daha önce hiç düşünmüş müydünüz? Öne eğilmek size neden kolay ya da zor geliyor? İşte dersin sonunda cevaplamamız gereken soru buydu…

yogadan uzak kalmak

Standard
Birkaç aylığına yoga çalışmalarıma ara vermiştim. Yazılarımı takip ediyorsanız merdivenden düştükten sonra yaklaşık dört aydır bel ve kasık bölgemde ağrı ve acılardan muzdarip olduğumu biliyorsunuzdur. Bu nedenle de yoga asanalarına bir süreliğine ara verdiğimi de… Dört ayın sonunda yoga pratiğime “yin yoga” ile başladım. Bir asanada en az üç dakika bekleyip derin bağ dokularımı esnetmek için… Yoga asanalarından uzak kaldığım dört ay içinde bedenim sertleşmiş ve gerginleşmişti. Esnekliğini biraz kaybetmiş ve eskiden çok rahat yaptığım asanalarda bile beklerken gerginlik ve huzursuzluk hissetmeye başlamıştım. Bu da yoga çalışmalarımdan dört ay uzak kalmanın bedeliydi maalesef. Yoga asanalarından uzak durduğum bu süre içinde sosyal medya sanki bana düşman kesilmişti. Takip ettiğim yoga dünyasındaki arkadaşlarım değişik asanalar yapıp, fotoğraflayıp sosyal medyada paylaşıyorlardı. Ben ise bu süre zarfında spor tesisinde katıldığım “stretching” dersleriyle yetiniyordum. Ne ters duruşlar, ne derin burgular, ne arkaya eğilmeler… Demek ki fiziksel dinlenmenin ötesinde ruhsal ve zihinsel olarak da değişmem ve büyümem gerekiyordu.
20150213_114658
 Dört ayın sonunda arkadaşlarımdan biri beni sosyal fotoğraf paylaşım sitesi “instagram”da 21 günlük bir yoga meydan okuma etkinliğine davet etti. 21 gün boyunca, her gün başka bir asana deneyip onu fotoğraflayacaktık. Ve tabii ki “instagram”da paylaşacaktık. 21 günlük program sadece arkaya eğilmelere odaklanmıştı. İlk hafta bacakların önündeki “kuadriseps kaslarını” ve göğüs kafesini esnetmeye yönelecektik. Daha temel geriye eğilmelerdi ilk haftaki asanalar.  İlk günkü asana benim için en zor asanalardan biriydi çünkü kuadriceps ve kasık kaslarının çok esnek olması gerekiyordu. “Kuntasana” (mızak duruşu) adı verilen bu asanada “anjaneyesana”dan (alçak hamle duruşu) arkadaki ayağı dizden büküp ayağı kalçanın üstünde bele yakın bir yere yerleştirmeye çalışıyorduk. Bunu yaptıktan sonra da göğüs kafesinden geriye doğru eğiliyorduk. Kalça fleksör kasları benim kadar gergin bir kişi için oldukça zor bir duruştu. Yoga kemeri kullanarak bu duruşu imkansızdan “biraz imkanlı” hale getirmek mümkündü. Zaten ben de ancak o kadarını başarabildim. Dördüncü gün de yine kalça fleksör kaslarının devrede olduğu “lunge savaşçı” adı verilen bir duruş deneyecektik. “Lunge”da (hamle duruşu) elleri kenetleyip göğüs kafesinden geriye doğru eğilecektik. Bu arada, kalçaları yan yana tutacaktık. Omuzları sıkıştırmayacaktık. Bu da benim için oldukça zor bir deneyimdi.
Ne kadar esnetirsem esneteyim kalça fleksör kaslarım ve kasık kaslarım bir türlü gevşemiyordu. 21 günlük çalışma boyunca beni zorlayan diğer duruşlar “eka pada raja kapotasana II” (kral güvercin duruşunun ikinci varyasyonu) “eka pada raja kapotasana III” (kral güvercin duruşunun üçüncü varyasyonu), “natarajasana” (dansçı duruşu), “supta bhekasana” (yerde kurbağa duruşu), “kapotasana” (güvercin) ve “laghu vajrasana”ydı (küçük yıldırım duruşu). Tahmin edebileceğiniz gibi hepsinin ortak özelliği kalça fleksör kaslarına odaklanmasıydı. Bu kasların esnek olması gerekiyordu bu duruşları tam anlamıyla yapabilmek için. Ben sadece denedim. Benim için ne kadar zor olsa da nefeslerle sakin bir şekilde asanalarda kalabilmeyi denedim. Bu duruşlardan en zoru “eka pada raja kapotasana III”tü çünkü öndeki bacağı tamamen öne doğru uzatmam gerekiyordu. Öndeki bacağımın uzandığı son noktada sabit kaldıktan sonra bacağımın altına blok koyup öyle bekledim. Tıpkı “hanumanasana”da (maymun tanrı duruşu) yaptığım gibi. “Natarajasana”da ve “eka pada raja kapotasana II”de yoga kemeri kullandım arka bacağımı esnetebilmek için.
Tüm bu duruşları denemeden önce yin yogada kullandığımız “half saddle” (yarım eyer) duruşunda sağ ve sol kalça fleksör kaslarımı esnetmek için beşer dakika bekledim. Sonra üç dakika “saddle”da (eyer) bekledim. Yin yogadaki “saddle” duruşu hatha yogada “supta virasana” (yerde kahraman duruşu) olarak adlandırdığımız asanaydı. “Supta bhekasana”, “laghu vajrasana” ve “kapotasana” öncesi “half saddle” ve “saddle” ile bacaklarımın önündeki kaslarımı iyice esnettim ve sonra bu üç asanayı denedim. O nedenle “kapotasana” ve “laghu vajrasana” benim için imkansız olmaktan çıktı. “Supta bhekasana”da ise önce sağ ayağımı sonra sol ayağımı tuttum. İkisini aynı anda tutamadım. Zaten “bhekasana” (kurbağa) duruşunu da tam anlamıyla yapamam ben. Hep “ardha bhekasana”yı (yarım kurbağa) tercih ederim.
Göğüs kafesini esnettiğimiz günler kendimi daha mutlu hissediyordum diyebilirim. “Setu bandhasana” (yarım köprü) denediğimiz gün benim için bir “meydan okuma” günüydü. Yalnız bu programda elleri kalçanın yanında yere koymaktansa ya da beli desteklemektense ellerle ayak bileğini tutuyor göğüs kafesini biraz daha yükseltmeye çalışıyorduk.
20150202_104809
Program boyunca daha önce hiç yapmadığım asanaları deneyimleme fırsatını bulmuştum. “Garuda matsyasana” (kartal kollu balık duruşu) bunlardan biriydi. “Matsyasana” (balık duruşu) en sevdiğim ve hem kendi pratiğimde hem derslerimde çok kullandığım bir duruştu. Ama bu duruşta kollarımı kartal duruşunun (garudasana) kol tarzında tutmak aklıma hiç gelmemişti. Geriye eğilmiştim, kürek kemiklerimin arasındaki açılmayı daha yoğun hissetmiştim… “Uttana shishosana” (uzanmış köpek yavrusu duruşu) en sevdiğim arkaya eğilmelerden biriydi. Ama bu programda bu duruşu da biraz farklı denemiştik. Normalda dizler yerde göğüs kafesini yere değdirirken bu programda göğüs kafesi yerde, kollar önde uzatılmış şekilde koltuk altları esnerken kalçayı havaya kaldırmayı denedik. Yoğun bir geriye eğilmeydi. İlk defa deneyimlemiştim ama bana çok keyif vermişti. 21 günlük bu programa katılmadan önce de duvarda köprü (urdhva dhanurasana) yapmıştım. Ama bu defa biraz farklı bir şey denemiştik. Duvardan aşağı doğru inerken elleri yere koymak yerine avuç içlerini duvara dayamış parmakların uçlarında beklemiştik. Bu sırada da göğüs kafesini iyice duvara yaklaştırmaya çalışmıştık. Göğüs kafesinin esnemesi, kalbin açılması… Farklı deneyimler, farklı duygular…
Tüm program boyunca en sevdiğim asana ise, “adho mukha vrksasana”nda (kol duruşu) kalçayı duvara dayamak ve göğüs kafesini duvardan uzaklaştırıp kalbi açmaktı. Bu duruşu çok sevmiştim. Yine de tam istediğim gibi yapamamıştım çünkü uzun zamandır denediğim halde kol duruşunda duvardan uzaklaşmayı ve kolayca bu duruşta kalmayı becerememiştim. O yüzden benim için oldukça zorlayıcı olmuştu bu çalışma. Hem kollarım üzerinde duracaktım hem de göğüs kafesimi esnetecektim. Kollarımı duvardan biraz uzak tutmalıydım ama dediğim gibi kol duruşunda çok kolay duramadığım için duvara ne kadar yakın olursam o kadar huzurlu hissediyordum kendimi. Duvara yakın durunca da göğüs kafesimi esnetmek için fazla alan kalmıyordu bana… İşte bir ikilem… Yine de bu haliyle bile beni uçurmaya yetmişti asana…
Programın sonuna doğru asanalar gittikçe zorlaşmıştı. Hele son iki gün… Sondan bir gün önce “vrschikasana II” (akrep duruşu)… Bu duruş hem bir arkaya eğilme hem de kol denge duruşuydu. “Pincha mayurasana”yı (ön kol duruşu) da hala duvarda denemekteydim. Bazı günler kendimi rahat hissedip ayaklarımı duvardan ayırıp beş nefes rahatlıkla kalabiliyordum “pincha mayurasana”da… Bazı günler ise sallanıp duruyordum… Bir ayağımı ayırıyordum duvardan, sonra ötekini ayırırken bu sefer ilk ayırdığım ayağımı duvara geri koyuyordum. İki ileri bir geri yani… “Vrschikasana”yı denemeden önce “pincha mayurasana” denedim. Dinlendikten sonra “pincha mayurasana”ya tekrar zıpladım ve ardından göğüs kafesimi açmaya çalışırken bacaklarımı da dizlerden büküp başıma doğru yaklaştırmaya çalıştım. Biraz oldu, biraz olmadı… Daha çok yolum varmış. Onu farkettim.
Son gün ise “viparita salabhasana” (ters çekirge duruşu) deneyecektik. Bu duruş benim için oldukça zordu. Denedim ama olmadı. O gün yerde karın üstüne yatıp “salabhasana” (çekirge) duruşunun değişik varyasyonları yaptım. Sadece kolları kaldırdım, sadece bacakları kaldırdım, kollarla bacakları aynı anda kaldırdım. Sonra kolları arkada kenetleyip göğüs kafesimi iyice açtım.
Böylece 21 günlük “yoga meydan okuma programı” sona erdi. Severek ve kolay bir şekilde yaptığım, alışkın olduğum asanalar da vardı, yaparken fiziksel acı ve zorluk çektiğim asanalar da vardı. Program boyunca, birkaç kere fotoğraf çektim. Benim için amaç deneyimlemek ve bu deneyimleri bir yazı ile paylaşmaktı. Fotoları sadece yazımı renklendirmek için çektim. Program boyunca ne farkettim? Bu program bana ne öğretti? Bu kadar yıldır yoga yapmama rağmen deneyimlemediğim bir sürü asana olduğunu… Yoganın kocaman bir dünya olduğunu… Bedenimin hangi bölgelerinin daha gergin hangi bölgelerinin daha esnek olduğunu… Daha çok esnemek ve daha çok güçlenmek için neler yapmam gerektiğini… Daha kat edilmesi gereken uzun bir yolum olduğunu… Yolculuğun ne kadar zevkli olduğunu… Ve yolculuğun hiç bitmediğini ve hiç bitmeyeceğini…

yeniden öğrenmek…

Standard

Uzun zamandır rahatsızlıklarımdan dolayı kendi başıma yoga yapmadığımı biliyorsunuzdur. Yoğun bir şeklide kardiovasküler ve ağırlık antrenmanı yaptıktan sonra bedenimin en derin dokularını esnetmek için “yin yoga”ya başvurduğumu ve her bir asanada dakikalarca kalıp bedenimle birlikte zihinsel bir rahatlama da sağlamayı çok seviyordum. Ne yazık ki, kasık bölgemde başlayan, bacaklarımın yanına ve belime doğru yayılan ağrılardan dolayı yaklaşık üç aydır “yin yoga”ya ara vermek zorunda kalmıştım. Hamile yogası ve diğer grup ve özel derslerim devam ediyordu ve derslerde mümkün olduğu kadar sözlü yönergelerle idare ediyordum. Asana yapmıyordum. Sadece yürüyüş bandındaki antrenmanıma ve ağırlık antrenmanına devam ediyor ve bazı grup derslerine katılıyordum. Hep dikkat ederek çok kontrollü bir şekilde devam ediyordum antrenmanlarıma…

20130412_125946

Rahatsızlığımın uzun sürmesinin sebebi ayağımın kayıp merdivenden düşmemdi. Doktor, tam olarak altı ay içinde iyileşebileceğimi söylemişti ve biraz ağırdan almamı tavsiye etmişti. Bu süre zarfında yürüyüşlerime devam edebilirdim ama bedenimi biraz dikkatli esnetmem gerekiyordu. O yüzden bedenimi esnetmek için sadece grup “stretching” ve “back therapy” derslerine katıldım. Bunların yanında bedenimi ve karın kaslarımı güçlendirmek için “full body” ve “pilates” gibi dersleri de ihmal etmedim. Günler geçtikçe şikâyetlerim azalmaya başlamıştı.

Doktora gittikten tam üç ay sonra kardiovasküler antrenman sonrasında yoga minderindeki yerimi aldım. MP3 çalarımdan en sevdiğim şarkıları dinlemeye başladım. “Yin yoga” çalışmaya hazırdım. Rahatsızlığım öncesinde her bir asanada beş-altı dakika kadar kalabiliyordum ama ne yazık ki beden nankördü. Bu süre içinde esnekliğini biraz yitirmişti ve tabii ki uzun zamandan sonra ilk yoga çalışmamda iki-üç dakika ile başlayacaktım.

Çalışmama, omurgamı esneterek başladım. “Butterfly” (kelebek) duruşu… Bu duruşta ayaklarımı kasıklarıma ne kadar yakın tutup öne eğilirsem, o kadar çok kasık bölgesini; ne kadar uzak tutarsam o kadar çok omurgamı hissederdim. Kasık bölgemde hala biraz gerginlik hissettiğim için, ayaklarımı kasıklarımdan uzak tutarak omurgamı esnetmek istedim. İki dakika sonra ise ayaklarımı kasıklarıma biraz daha yaklaştırdım ve bir dakika boyunca kasıklarımı esnettim. Duruştan sonra burguyla bedenimi rahatlattım.

Sürekli öne eğilmek de bana iyi gelmiyordu. Bu rahatsızlık sürecinde bunu hissetmiştim. O yüzden ilk yoga çalışmamda bir öne eğilme bir arkaya eğilme yaparak bedenimi dengelemek istiyordum.

Sırada arkaya eğilme vardı. “Half saddle” (yarım eyer) ile hem omurgamı arkaya eğecektim hem de bacaklarımın önündeki “kuadriseps kasları”mı esnetecektim. Her bacakta üçer dakika bekledim.

Sanki bu beden üç ay önce “lastik gibi” o asanadan bu asanaya geçebilen ve hiç bir ağrı ve gerginlik hissetmeyen beden değildi. Üç ayda mı bu hale gelmiştim? Üç ayda mı “kazık” gibi olmuştum. Bedenimin her yeri bağırıyordu sanki. Her bir kasım ayrı ayrı konuşuyordu benimle. Sanki yıllardır yoga yapmıyordum ben. Sanki ilk defa bedenimi esnetiyordum. Bedenimin her bir bölgesi geriliyordu.

Bedenimi tekrar öne eğecektim. “Caterpillar” (tırtıl) ile bacaklarımın arkasındaki “hamstring” kaslarını esnetmekti amacım. Tabii ki omurgam da esneyecekti. Üç dakika bu duruşta kaldıktan sonra, “dhanurasana”da (yay) beş nefes bekleyerek omurgamı arkaya eğdim.

Hem kalçayı dışa döndüren kasları esnetmek hem de omurgamı öne bükmek için seçtiğim duruş “sleeping swan”dı (uyuyan kuğu). Her bir bacakta üçer dakika bekledim. Kalçamın yan tarafları sızlıyordu, geriliyordu. Aslında esniyor, açılıyordu. Bir yandan garip bir sızı bir yandan keyif…

“Sphinx” (sfenks) duruşu ile omurgayı geriye eğip göğüs kafesimi esnettikten sonra, “dragonfly”da (helikopter böceği) üç dakika bekleyerek hem omurgamı öne eğmiş hem de bacaklarımın içindeki kaslara yoğunlaşmıştım. Rahatsızlığım öncesinde “dragonfly”da yedi-sekiz dakika bekleyip hiç acı hissetmezdim. Benim için ayakta durmak gibiydi bu duruşta. Keyifle ve sükûnet içinde geçerdi zaman. Hatta saate bakıp da sekiz dakikadır hiç kıpırdamadan “dragonfly”da durduğumu fark edince şaşırırdım. Bana sadece bir-iki dakika geçmiş gibi gelirdi.

Oysa üç ay ara verdikten sonra, bacaklarımı “V” şeklinde açıp öne eğildiğimde bacaklarımın içindeki kasları kasıktan başlayarak dizlerin altına kadar yoğun bir şekilde hissettim. Öne eğildiğim ilk anda, ne kadar gergin olduklarını… Bir iki dakika sonra ise gerginliğin biraz azaldığını ama yine de tam olarak kaybolmadığını… Kasların yavaş yavaş kendini bırakmasını… Yumuşamasını… Ama aylar öncesindeki gibi değil! Hâlâ yoğun duygular ve gerginlik… Ve üç dakika sonra “dragonfly”da sağa sola burgu. Sırtımı geriye yaslamayıp önce göğüs kafesimi yana doğru açmak ve bir elimle ayağıma ulaşmak… Başımı kollarımın arasına almak ve bir kolumu kulağımın yanından uzatmak… Ve işte o an… İki elimle ayağıma ulaşabilmek… Aylardır yapmadığım derin bir burgu… Ve büyük bir mutluluk… Bedenim burulurken sanki duygularım da buruluyordu. Gözlerimden düşen bir iki damla yaş… Ve şükretmek… “Jathara parivartanasana” (karından burgu) ile omurgamı dengeledikten sonra “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu)…

Üç ay aradan sonraki ilk yoga çalışmam böyleydi. Yedi-sekiz dakika yerine duruşlarda sadece üçer dakika bekledim. Bedenim gergindi, kaslarım gergindi ve sürekli benimle konuşuyordu. Bedenimin her bir bölgesini ayrı ayrı hissettim. Sanki daha önce hiç yoga yapmamışım, sanki daha önce hiç bedenimi esnetmemişim gibi… Bedenimin yavaş yavaş esnemesini hissettim. Gevşemeyi… Gevşerken hedef bölgedeki gerginliği hissetmek… Gerginliğin yavaş yavaş azalması… Bedenin yavaş yavaş kendini duruşa bırakması ve teslim olması… Sadece bedenimin değil zihnimin de “yin”e alışması… Bırakmaya ve teslim olmaya tekrar alışmak… Sadece bırakmak… Tavır değişikliği… Üç ay içinde sadece bedenim değil, zihnim de değişmiş. Tavrım da değişmiş. “Yin yoga”yla birlikte tavrımı da yumuşatmak… Tekrar öğrenmem ve alışmam gereken buydu işte…

bioenerji

Standard
Siz hiç enerjinin iyileştirici boyutunu tattınız mı? Ya da enerjiyi hissettiniz mi? Bedeninizin çevresindeki enerjiyi gözle göremeseniz bile hissettiğiniz oldu mu hiç? Ya da enerji dediğimizde aklınıza ne geliyor? Sahi enerji ne? Bedenimizin çevresinde gerçekten de bir enerji var mı? Neden mi bahsediyorum? Geçen hafta içinde bedenimin çevresinde hissettiğim enerjiden… En iyisi en baştan anlatmaya başlayım.
BEN_4569
Hafta içinde bir akşam yine grup dersim vardı. Yazılarımı takip ediyorsanız, bir süredir tam olarak teşhis konulmayan bir rahatsızlığım olduğunu da biliyorsunuzdur. Kasığımda başlayan ağrı zaman içinde bacaklarımın yanına, kalçamın arkasına — tam olarak sakruma — ve ayak tabanlarıma kadar yayıldı. Uyuşukluk da cabası… Sorun kasığımda mı, kalça eklemimde mi, sakroiliak eklemde mi yoksa belde mi? Bir türlü anlayamadığım için en sonunda röntgen ve MR çektirdim. Sonuçlarını hala bekliyorum. O sabah kalktığımda kendimi biraz daha iyi hissediyordum. Akşam ders saatine kadar oldukça iyiydim. Derse bir saat kala bir anda bacağımda elektrik çarpmış gibi bir acı hissettim ve acı bir türlü geçmek bilmedi. Yine de derse gittim. Zaten birkaç derstir bir katılımcıdan “örnek öğrenci” olmasını ve sınıfın en önünde durmasını rica ediyordum. Bu derste de aynısını yaptım. Bu defa erkek katılımcılardan birini “örnek öğrenci” seçtik çünkü bu derste ters duruşlara odaklanacaktık.
“Vinyasa” (akış) tarzlı bir ders yapmaya karar vermiştim ve dersin zirve duruşu da “adho mukha vrksasana” (kol duruşu) olacaktı. Onun için dersin ilk yarısında kol, omuz, sırt ve karın kaslarını güçlendirdik. Dersin tam ortasında zirve duruşunu yaptık ve sonra bedeni esnettik, rahatlattık ve gevşettik. Zirve duruşuna birçok alternatif göstermiştim. Duvarda “yarım kol duruşu”, duvarda “tam kol duruşu”, “mat”ın (yoga minderi) üzerinde ikili gruplar oluşturup birbirine yardım etme, bacakları yanlara doğru açıp “kol duruşu”na zıplamayı deneme, bacakları arkadan fırlatarak “kol duruşu”nu deneme… Biri ya da öteki. Hatta el bileklerinde sorun yaşayanlar için “pincha mayurasana”yı (önkol duruşu) tavsiye etmiştim.
Dersi uzun bir “savasana” (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) ile bitirdim ve “örnek öğrenci”ye teşekkür ettim. Ders sonrasında öğrencilerle bir araya toplanmış sohbet etmeye başlamıştık. “Sopa (phalakasana) duruşunda ve özellikle şınavda (chaturanga dandasana) çok zorlandım. Hele ki sopadan şınava indiğimiz akış vardı ya, ben onu yapamadım ve akışı bıraktım. Sizce ne yapmalıyım? Neden böyle?” Bu tarz sorular geliyordu öğrencilerden. Tabii ki omuz kuşağını ve sırt kaslarını güçlendirmek gerekiyordu. Duruşlarda omuzları geriye yuvarlamak ve kürek kemiklerini (skapula) aşağı doğru itmek… Yani meditasyonda bedeni sürekli izliyor ve yığılmamak için omuzları geriye yuvarlayıp kürek kemiklerini aşağı kalçaya doğru itiyorduk ya, aynısını tüm asanalarda uygulamak gerekiyordu. Bu tarz konuşmalar geçiyordu aramızda.
Tam o sırada öğrencilerden biri, “öğretmenim ders boyunca ağrılarınız olduğunu farkettim. Eğer isterseniz, sizinle bioenerji çalışması yapabiliriz. Ne dersiniz?” Enerjiye ve nazara inanan bir kişi olarak ne diyebilirdim ki? Tabii ki çalışmak isterdim. Peki nasıl çalışacaktık? Öğrenci, “isterseniz hemen şimdi burada başlayabiliriz.” Bu duyduğum en güzel şeydi. Diğer öğrenciler de meraklı gözlerle bizi izlemeye başladı.
Öğrenci benden “savasana”da yaptığımız gibi uzanmamı istedi. Uzandım. Gözlerimi kapamamı ve rahatlamamı telkin etti. Bıraktım bedenimi toprağa, ağırlaştırdım ve teslim oldum. Avuçlarımı tıpkı “savasana”daki gibi açmamı, ellerimi kapatmamamı da istedi. Enerji alışverişi söz konusuydu. Eller açık olmalıydı. Ellerim açık, avuçlarım yukarı doğru dönük… Hazırdım. Gözlerim kapalıydı ama hani hep derim ya “gözler kapalıyken görmek” diye… İşte öyleydi. Öğrenci, ellerini bedenimin üzerinde gezdiriyordu ama elleri bedenime dokunmuyordu. Sadece üzerindeydi. Önce bacaklarımın üzerinde daireler çizdi, sonra üçüncü gözümün üzerinde daireler çizdi. Gözlerim kapalı olduğu için tüm bunları görmüyor ama hissediyordum. Öğrenci enerji bedenimle uğraşmaya devam ediyordu. Tüm bedenim üzerinde dolaşıyordu. İçimden ne geliyorsa yapmamı söyledi. Bedensel tepkileri vermemi istedi. Bir süre sonra bacaklarım karıncalanmaya, gıdıklanmaya ve uyuşmaya başladı. İstemsiz kasıldı, bacağımı ittirdim çektim. Yana açtım. Sürekli kıpırdadım durdum. Belimde hissettim, sakrumda hissettim. Bacağımın dışında, topuğumda… Her yerde bir enerji hissediyordum.
Bir süre sonra başım dönmeye başladı. Meditasyon sırasında olduğu gibi, çevrem dönmeye başladı. Dünyam dönüyordu yine. Öğrenciye bundan bahsettim. O da, “öğretmenim, enerji bedeniniz üzerinde çalışıyoruz. Bu normal bir tepki. Enerji bedeniniz açık olduğu ve siz de enerjilere açık bir insan olduğunuz için bunlar çok doğal. Hatta bedensel tepkileri ötelemeyin.” Çalışma devam ettikçe, mide bulantısı hissettim. Öğrencime söylediğimde, bunların tamamen doğal olduğunu hatta kusma güdüsü geldiyse geri çevirmememi söyledi. Ağlayabileceğimi, gülebileceğimi ya da ne gelirse içimden onu yapabileceğimi söyledi.
Bu sırada aklıma bir soru takıldı.  “Sen enerjiyle uğraşıyorsun. Bedendeki kötü enerjiyi temizleyip bedeni arındırmaya çalışıyorsun. Peki bu kötü enerjiyi üzerine çekmiyor musun? Nasıl kurtuluyorsun bu kötü enerjiden? Ne yapıyorsun? Peki ya nazardan?” Cevap beni çok şaşırttı. “Öğretmenim, ben sadece aracıyım. Enerjiyi üzerime almıyorum. Enerjiyi sadece kanalize ediyorum. Nazar ya da kötü enerjiye gelince, taşlardan faydalanıyorum. Benim taşım lapis. Sizinki farklı olabilir. Alışveriş merkezi gibi kalabalık yerlere giderken de kötü enerjilere kendimi kapatıyorum. Size de gösteririm.”
Çalışma devam ettikçe, bedenim iyice gevşemeye başladı. Ağrıyan bacağım yana doğru düştü, iyice ağırlaştı ve gevşedi. Öğrencim, “öğretmenim enerji değişmeye başladı. Bugün rahat uyursunuz. Ağrınız biraz artabilir ama sonra daha iyi hissedersiniz. Bu çalışmayı iki kere daha yaparız. Eğer yetmezse, sekiz seansa kadar uzatırız. İki günde bir yapacağız. Uzaktan da yapabiliriz. Çalışmayı tamamlıyorum. Acele kalkmayın. Biraz daha uzanın. İyice dinlenin ve sonra kalkın.” Ben bir süre daha dinlendim ve sonra kalktım. İyice rahatlamış ve gevşemiştim. Uykudan uyanmış gibiydim. Rüyadan kalkmış gibi… Ağrılarım biraz dinmiş gibiydi. Öğrencime çok teşekkür ettim. Ayrılmadan önce bioenerji konusunda bilgi edinmek istediğimi söyledim ve öğrencim bana birkaç internet sitesinden bahsetti.
Neydi bioenerji? Bioenerji uzmanı Kenan Boyraz’a göre, “bioenerji” Türkçe’ye “yaşama dönük sağlık ve canlılık akımı” olarak çevrilebilir. Yine uzmana göre, bioenerji kozmik bir enerji ve canlılardaki bioenerjik hayat akımı ve enerji bedeni artık bilimsel olarak özel termal kameralarla ve “kirlian fotoğrafçılığı” ile çekilebilmekte ve ölçülebilmekte. Bioenerji, frekanslar ve enerjik dalgalar halinde kainata akan bir hayat akımı. Hatta, bir atomun elektronlarının çekirdek etrafındaki yörüngelerinde hareketleri de buna bağlı.
Kenan Boyraz’a göre, bioenerji uygulaması bütün kapalı ve tıkalı damarları açmayı sağlayan ve çaresi bulunamayan rahatsızlıkları bile iyileştiren içsel bir enerji. Enerji şifası insan vücudunda bulunan tüm hücreleri canlandırarak daha aktif bir duruma gelmesi için yapılan bir uygulama ve insanı ruhsal ve fiziksel olarak güçlendirmekte. Bioenerji uygulaması ile mevcut rahatsızlıklar giderilebilir ve oluşabilecek rahatsızlıklardan korunulabilir.
Uzmana göre, hastalık ve şifa ruhun yolculuğunda ara istasyonlar ve güneşten ve dünyadan gelen enerjiler bedendeki tüm hücrelere nüfuz etmekte ve enerji bedenini şekillendirmekte. Bedendeki enerji sistemlerinden biri kronik olarak dengesini yitirdiğinde ya da birkaç sistem birbiriyle uyumlu çalışmadığında bedenin de işleyişi bozulmakta. Enerji bedeni her zaman dengesini yenilemek için kendisine uygun olan enerjileri kendisine çekmekte ve düşünceler de süptil enerji yaymakta. Süptil enerji düşünce ve niyetlerden etkilenmekte. Hastalık, fiziksel semptomlar olarak tezahür etmeden önce enerjilerde ortaya çıkar.
Kenan Boyraz’a göre, enerji bedeni fiziksel bedenin süptil bir sureti ve maruz kaldığı çeşitli etkilere yanıt verme kapasitesi fiziksel bedenden daha yüksek. Enerji beden fiziksel bedenin sağlığının bir kopyasını taşıdığı için enerji hekimliğinin odak noktası ve enerji bedenini etkileyen tedaviler tüm sistemde yankı bulmakta.
Boyraz’a göre, etrafımızdaki enerjiler bize yardımcı olabileceği gibi zarar da vermekte. Bioenerji uzmanı buna kanıt olarak hayvanların bulunduğu bir ortamda daha kolay şifa tedavisi yapılmasını göstermekte. Enerjiler ritmik ve berrak olduğunda sağlığı desteklemekte. Şifa seansları sırasında şifacının ve hastanın beyin dalgaları senkronize hale gelmekte ve tek bir enerji alanı oluşmakta. Uzmana göre, bu birlik anında hastanın kanındaki hemoglobin seviyesi artmakta, ağrının şiddeti azalmakta, endişe oranı düşmekte ve yaraları daha hızlı iyileşmekte…
Yine bioenerji uzmanına göre, bir seans yaklaşık bir saat sürmekte ve iyileşme süreci için yedi sekiz seans gerekmekte… Bioenerji tedavisinde sadece bölgesel tedavi yapılmamakta, tüm beden üzerinde çalışılmakta. Boyraz, bioenerji şifa çalışmasını bir denkleme benzetmekte ve bu denklemi kainat, bioenerjist ve hasta olarak tanımlamakta. Yine uzmana göre, şifa alan hastalık ya da sakatlık değil, kişinin bünyesi ve uygulanan ve aktarılan enerji şifası kişinin bedeninden haftalar geçse de asla çıkmamakta ve şifa süreci devam etmekte… Daha ayrıntılı bilgi için http://bioenerjiterapisi.com/?SyfNmb=1&pt=ANASAYFA linkini tıklayabilirsiniz.
Seansın sonunda, öğrencime bu çalışmanın maddi değerini sordum. Sonuçta alma ve verme döngüsü vardı hayatta. Bir hizmet alıyorsam, karşılığını vermeliydim. Öğrencim, “öğretmenim, siz bana burada o kadar çok şey öğrettiniz ki… Her derse geldiğimde, neye ihtiyacım varsa onu çalıştırdınız. Hiç konuşmadan. Sadece hissettiniz. Bu dersleri başka bir yerde alsam, kim bilir ne kadar çok ücret ödemem gerekir. O yüzden sizden hiç ücret talep etmiyorum. Seve seve yapıyorum.” Ne kadar duygulandığımı tahmin edersiniz sanırım. “O halde, ayrıntılı olarak hangi asanayı çalışmak istersen, ne zaman istersen, mutlaka haberleşiyoruz. Özel dersler yapıyoruz. Diyelim ki kol duruşu çalışmak istiyorsun ya da arkaya eğilme… Ya da herhangi başka bir akış… Tesiste buluşup çalışıyoruz. Söz mü?”
Evrende verme ve alma döngüsü var. Önce vereceksiniz ki alabilesiniz. İster emeğiniz olsun isterse maddi bir şey olsun, vereceksiniz ve hayatınızda yer açacaksınız ki yerini yenisiyle doldurabilesiniz. Yenisi size gelsin. Yenisini alabilesiniz. Ayrıca, evrende yoğun bir enerji var. İyi ve kötü enerjiler. Eğer açık bir insansanız ve inanıyorsanız, iyi enerjiyi de kötü enerjiyi de çekebiliyorsunuz. İyi enerjiyi çekmek sorun değil de, kötü enerjiyi çekersek ne yapacağız? Bedeni temizleyip arındıracağız. Çevremizi iyi enerjili ve sevgi dolu insanlarla dolduracağız. Ya da sadece inanacağız ve kendimizi akışına bırakacağız. Evrene güveneceğiz ve inanacağız. İnandığımızda, iyilik her zaman gelip bizi bulacak. Benim yaşadıklarım sizce de güzel bir örnek değil mi?

başka ne isteyebilirdim ki?

Standard
Yoga eğitmeni olmanın en zor yanlarından biridir kendi pratiğine zaman ayıramamak… Bazen dersler o kadar çok üstüste gelir ki, bir de bakmışsınız bir iki haftadır yoga matınızın (minderi) üzerine geçememişsiniz. Ya da kendi kendinize yoga yapıyorsunuzdur; biraz içinize dönmek istemişsinizdir; kendinizle baş başa kalmak istemişsinizdir ama biri yanınıza gelir ve sizinle yoga yapıp yapamayacağını sorar. İşte tüm bunlar yoga eğitmeni olmanın cilveleri… Ama tatlı cilveleri…
2009-2010 tum fotolar 309
Son zamanlarda yoğunlaşan derslerimden dolayı yoga pratiğim biraz sekteye uğradı. Malum yaz mevsimi… İki arada bir derede kaldım desem yeridir. Havalar sıcaklaştı. Güneş insanın içini ısıtıyor. Ben de güneşi çok seven ve yaz mevsimine aşık birisi olarak ister istemez bu havadan çok etkileniyorum. Üye olduğum spor tesisine gittiğimde hep kararsız kalıyorum. Bir saat kardiovasküler çalışmamı tamamlayıp hemen ardından havuz başına mı gitsem yoksa tembellik etmeyip yoga mı yapsam? Tabii ki bu kararı verdikten sonra ne tarz bir yoga yapsam sorusuyla karşı karşıya kalıyorum. Malum bir terazi olarak oldukça kararsız bir insanım. Kendimce şöyle bir çözüm buldum. Kardiovasküler çalışmanın ardından, önce akış yoga yapıyorum ve özellikle arkaya eğilmeleri ve ters duruşları çalışıyorum. Sonra yavaş yogaya geçiyorum. Hem asanalarımı hem de tavrımı “yin”leştirip, yavaşlatıp sakinleştiriyorum. Bir de sevdiğim müzikleri dinledim mi, keyfime diyecek yok.
Yine böyle bir gündü. Kardiovasküler çalışma ve ağırlık antrenmanından sonra mindere geçtim. Kırk beş dakika kadar ters duruşlara ağırlık verdim. Yazılarımı takip ediyorsanız, bu aralar ters duruşlara yoğunlaştığımı da biliyorsunuzdur. Yani ters duruşlar benim “olmazsa olmaz”ım. “Sirsasana II” (tripod kafa duruşu), “pincha mayurasana” (ön kol duruşu) ve “adho mukha vrksasana”yı (kol duruşu) ardı ardına denedim. “Pincha mayurasana”dan “bakasana”ya (karga) geçmeye çalıştım. Belki on beş, yirmi kere denedim duruşları.
Yorulduğumu hissettiğim an yin yogaya başladım. Oturdum minderin üzerine. Kardiovasküler çalışma sonrası çok çalışan kaslarımı esnetmeye karar verdim. Özellikle ön bacak ve arka bacak kaslarım, kalçamın içi ve dışındaki kaslar… Bir de omurga… Ön bacak kaslarım için “half saddle” (yarım eyer) ve “saddle” (eyer), arka bacak kaslarım için “half butterfly” (yarım kelebek) ve “caterpillar” (tırtıl), kalçamın içindeki kaslar ve kasık kaslarım için “dragonfly” (helikopter böceği) ve “frog” (kurbağa), kalçamın dışındaki kaslar için “sleeping swan” (uyuyan kuğu) ve “square” (kare) duruşlarını yaptım. Omurgamı esnetmek ve rahatlatmak için de “butterfly” (kelebek) ve “twisted roots” (dönmüş kökler) burgusunu çalıştım.
Her bir duruşta beşer dakika kaldım. Eğer asimetrik bir duruşsa, her bir tarafı yaparken duruşta beş dakika bekledim. Kulağımda sevdiğim melodiler… Gözlerimi kapattım ve ardı ardına yoga çalışmamı yaptım.
Arkaya eğilmeleri yaparken bedenim her ne kadar uyansa bile, öne eğilmelerde içime kapanıyordum. Öne eğilmeler, bilindiği gibi, kişiyi içe döndüren, kendini daha çok dinlemesine neden olan ve meditasyona hazırlayan duruşlardır. O gün arka arkaya öne eğildim. Gözlerim kapalı, kulağımda sevdiğim melodiler… Gözlerim sanki mühürlenmiş gibiydi. Kirpiklerim birbirine yapışmış da açılmıyordu sanki… İyice içime dönmüştüm ve hiç de uyanmak istemiyordum.
Kalça açıcı duruşlar olan “sleeping swan” ve “square” çalışırken de, hep öne eğildim. Diyorum ya başımı kaldırmak bile istemiyordum. Hep kendimi dinlemek istiyordum. Meğer bedenim, ruhumun ve zihnimin böyle bir çalışmaya ne çok ihtiyacı varmış. Hep bir koşturmaca içinde kendimi unutmuşum. Zihnim hep yorgun, bedenim hep bir acele içindeymiş.
Kendi pratiğimi yapıyordum yapmasına ama yanımda birileri olduğunda onları da gözlüyordum, uyarılarda bulunuyordum. Eğitmen olmanın bir cilvesi diye nitelendirebilirsiniz. Birileri yanınıza gelip de “sizin yanınızda sadece size bakarak ben de yoga yapabilir miyim?” diye sorduklarında, “neden olmasın? tabii ki!.” diye yanıt veriyorsunuz. Sonuçta amacımız yogayı sevdirmek ve yaygınlaştırmak. Ama eğitmen olduğunuz için, “ben kendi pratiğimi yapayım. Yanıma gelen kişiler de bana bakıp yapsınlar.” diyemiyorsunuz. Bir bakıyorsunuz, yanınızdaki kişinin dizi çok yanlış bir konumda. O şekilde devam ederse, dizini sakatlayabilir. Hemen uyarıda bulunuyorsunuz. Belki siz o an ders vermiyorsunuz ama yine de öğretmenlik böyle bir şey. “Aman ne olursa olsun canım” diyemiyorsunuz. Boşveremiyorsunuz. Kendinizi yanınızdaki kişiye karşı sorumlu hissediyorsunuz. Yine daldınız diyelim kendi deneyimlerinize, içinize döndünüz diyelim bir asanada. Bir an aklınıza geliyor ve gözlerinizi açıp yanınızdaki kişiyi kontrol ediyorsunuz duruşunda bir yanlışlık var mı diye.
O gün tüm bunlardan uzak bir yoga deneyimiydi. Yalnızdım. Yanıma kimse gelmemişti. Bedenim, zihnim, ruhum, nefesim hepsi bir ve bütündü ve ben içime dönmüştüm. Uzun zamandır böyle bir yoga deneyimi yaşayamamıştım. “Twisted roots” burgusu sonrası “savasana”ya (derin gevşeme ve dinlenme pozisyonu) yattığımda ve gözlerimi kapattığımda, bedenimi tamamıyla yerçekimine bırakabilmiştim. Bedenim iyice ağırlaşmıştı. Sadece nefeslerimi hissediyordum. Bacağım sanki benim bacağım değildi, kolum sanki başkasının koluydu. Yere iyice yayılmıştım ve yerçekiminin etkisiyle bedeni teslim etmiştim toprağa. Ruhum ise özgürdü sanki. Ne dışardaki koşuşturma ve çevreme gelip giden insanlar ne de yüksek sesle çalan müzik… Kopmuşum…
“Savasana”dan uyandığımda, yakın bir arkadaşım yanımda bekliyordu. “Sen burada dinlenirken, yanına geldim. Gözlerin kapalıydı ama yine de elimi kolumu salladım. Özellikle ellerimi göz hizanda salladım aç gözlerini bana bak diye. Ama sen hiç hissetmedin. Ölü gibi yatıyordun” dedi.
Yogayı hiç bilmeyen birisine bu sözleri söyleseniz korkabilir ama bu sözler beni çok mutlu etti. Özellikle “ölü gibi yatıyordun” cümlesi… İstediğim de buydu zaten. Bedenimi ağırlaştırıp teslim etmek ve tamamen gevşemek… Bedenimin, zihnimin ve ruhumun bir ve bütün olması… İçime dönmek ve kendimi dinlemek… Başka ne isteyebilirdim ki?