Tag Archives: akışa bırakmak

kadınlar iş başına!

Standard

“Bir ve bütün olmak”… “Beden, zihin ve ruh birliği ve bütünlüğü”… “Yoga”nın kelime anlamı… “Yoga olmak”… Üç senedir yoga dersleri vermekteyim. Verdiğim bu dersler sadece fiziksel bir çalışma olarak mı kalıyor yoksa ruhlara ve zihinlere de dokunabiliyor muyum? Sadece bedensel rahatlama ve gelişme mi sağlıyor derslerim yoksa hayata bakış açısını değiştiriyor ve ruhsal ve zihinsel gelişim sağlayabiliyor muyum? Küçücük de olsa bir değişiklik yaratabiliyor muyum? Derslerim fiziksel çalışmanın ötesine geçip bedenen, zihnen ve ruhen bir birlik ve bütünlük yaratabiliyor mu? Peki öğrencilerin hayata bakışında, yaklaşımında ve tavırlarında bir fark yaratabildim mi?  

wpid-facebook_-1036573733

Nereden çıktı şimdi bu diye düşünebilirsiniz. Bu aralar sık sık bu konuyu düşünüyorum. Yoga dersleri verirken sadece fiziksel boyutta mı kalıyorum? Dersler sadece birbiri ardına eklenmiş asanalar bütünü ve sonunda “yapılmaya çalışılan” bir zirve duruşundan mı oluşuyor? Yaklaşımlarda ve tavırlarda bir değişiklik yaratabiliyor muyum? Ya da enerji ne boyutta? Eril enerji mi yoksa dişil enerji mi hakim? Ve tüm bunları düşünürken hayatı da düşünüyorum. Yaşadığımız ülkeyi, dünyayı… Yaşanan son olayları… Ve aklıma bir soru takılıyor: Neden hala eril enerjinin dünyaya hükmetmesine ve bizi esir almasına izin veriyoruz? Neden bu kadar şiddet? Neden bu kadar öfke? Neden bu kadar kavga, dövüş, savaş ve terör? Neden, neden? 

Bu şiddet enerjisinin, yani eril enerjinin, hakim olduğu bu günlerde…. Bu acımasızlığın, bu öfkenin, bu terörün alıp başını gittiği bu günlerde, yine bir yoga dersine gidiyordum ve yine bir yazı hazırlamak üzereydim. Bu kadar gergin hissettiğimiz zamanlarda kendinize bir dikkat edin. Gözden geçirin bedenlerinizi… Omuzlarınızı fark edin mesela… Omuzlarınızı yukarı doğru kaldırıp kulaklara yaklaştırmış olabilir misiniz acaba? Böylece de omuz kuşağını ve boynu sıkıştırıp kendinizi daha da gerginleştirdiniz mi? Dişlerinizi sıkıyor musunuz? Peki ya iki kaşın arası? Fark ettiyseniz; kendimizi gergin ve stresli hissettiğimizde bedenimiz de gerginleşiyor ve bedenin belirli bölgeleri katılaşıyor. O yüzden gevşeme ve rahatlama bedenden başlıyor. Bedeni ve yüz hatlarını gevşettiğimizde içsel olarak da biraz daha gevşemiş ve rahatlamış hissetmemiz mümkün… 

Evet, kendimi gergin hissediyordum ve öncelikle bedenimi gevşetip rahatlatmaya çalıştım. Gerçekten de omuzlarım yukarı doğru kalkmıştı, çok ciddi bir şekilde yüzümü kasmıştım, dişlerimi de sıkmıştım. Önce kendimi rahatlattım. Derste aynı şeyi öğrencilere de telkin ettim. “Yüz hatlarınızı yumuşatın, omuzlara dikkat… Omuz başlarını geriye doğru yuvarlayın ve kürek kemiklerinizi kuyruksokumuna doğru ittirin. Omuzlar kulaklardan uzak…” 

O günkü derste eril enerjiyi azaltıp dişil enerjiyi güçlendirmek için “yin yoga”ya odaklandık. Daha önceki yazılarımdayin” ve “yang”ın birer sıfat olduğundan ve hayatın “dualite”sini (ikisellik/zıtlık) anlattığından bahsetmiştim. “Yin dişil enerjiydi ve “soğuk, kış, karanlık, pasif” gibi sıfatlarla özdeşleşmişken “yang” eril enerjiydi ve “sıcak, aydınlık, yaz ve aktif” gibi sıfatlarla özdeşleşmişti. Yin enerji,  kabullenme, teslim olma, bırakma, yumuşaklık, sabır, hoşgörüyü temsil ediyordu. Yang  “yapma hali” ve “etken olma durumu”yken yin “durumu kabullenme” ve “edilgen olma durumu”ydu. Benzer şekilde “yang” ya da “eril enerji” saldırgan olma durumuyken “yin” enerji sabır ve hoşgörüydü.  

Ne yazık ki yüzyıllar boyudur dünyaya eril enerji hakim ve bu yüzden dünyada çatışmalar, kavgalar, savaşlar ve terör devam etmekte… Yoga üstadı Osho’yo göre, dünyaya yüzde doksan dokuz civarında eril enerji hakimdir ve kadın enerjisi çok kısıtlıdır. Tek umut, kadın enerjisinin serbest bırakılmasıdır. Savaşlar ve terör, barış yürüyüşleriyle ve savaş karşıtı gösterilerle önlenemez çünkü bu da eril bir enerjidir.  

Yine üstada göre, protestocular da herhangi bir kimse kadar saldırgandır ve barış yürüyüşleri bir başkaldırıya dönüşür. Er ya da geç otobüsler yakılır, polise taş atılır, polis biberli gaz kullanır, copla saldırır ve iyi bir amaç için de olsa yine eril enerji hakim olduğu için barış sağlanamaz. Osho der ki: “barışı elde etmek için savaşa gidiyoruz. Anlamsızlığa bakın. Asırlardır biz bu şekilde savaşa gitmekteyiz ama barış gelmemiştir. Üç bin yılda insan beş bin savaş yapmıştır ama bunun yararı olmamıştır çünkü ideolojiler de erkeksidir. (Dolayısıyla) dişil enerji serbest kalmalıdır. Denge ancak bu şekilde sağlanır.”  

O gün ders boyu aklımdan geçen yine Osho’nun sözleriydi. Amaca odaklanma… Sadece yolculuğun keyfini çıkar. Amaca odaklanırsan, saldırgan olursun. Hırslı olursun ve eril enerji hakim olur. Oysa kendini akışa bırakırsan, sadece bir “olma hali”, bir “kabullenme hali” ve “teslimiyet”…  

Ve dersin sonu.. Dengeyi korumak için iki enerjiyi eşitlemeliyiz. Hem bedensel olarak hem de yaşantımızın içinde, tavırlarımızda ve yaklaşımlarımızda… Dünyada kadın enerjisini önemseyelim, özümseyelim, kadın enerjisini çoğaltmaya çalışalım… Daha esnek, daha hoşgörülü, daha kabullenici, daha yumuşak, daha akışkan, daha edilgen, daha alıcı ve sevecen… Dişil enerji çoğaldığında, şiddet azalacaktır. Şiddet yok edicidir ve yaratıcı enerji, yani sevgi enerjisi, kullanılmazsa yıkıcı hale dönüşür… O halde ülkemizde ve dünyada şiddetten uzak daha güzel ve barış dolu günler için dişil enerjiyi artırıp, daha esnek, daha hoşgörülü, daha kabullenici, daha yumuşak, daha akışkan, daha edilgen, daha alıcı, daha yaratıcı ve daha sevecen olmalı… Tüm erkekler ve kadınlar…  

kendini akışa bırakmak

Standard

Geçen hafta çok yoğun bir haftaydı. Bir yanda spor salonunda kardiovasküler çalışmalarım ve katıldığım grup dersleri bir yanda kendi yoga derslerim bir yanda da arkadaşlarımla gezme isteğim… Hiçbirinden vazgeçmek istemiyordum ve o yüzden de geçen hafta benim için yorucu geçti. Uzak bir ülkede yaşayan can dostum bizi ziyarete gelmişti ve onunla birlikte günübirlik bir seyahat planlamıştık. Sabah erken gidip akşamüzeri dönecektik ve akşama da eski arkadaşlarımızla buluşacaktık. Buraya kadar her şey güzel… Esas anlatacaklarım bundan sonrasıyla ilgili…

20140718_115528O yoğun günün ertesi günü üç yoga dersim vardı. Her zamanki gibi sabah erken kalktım. Dedim ya, hiçbir şeyden de vazgeçmek istemiyordum. O yüzden ilk önce spor tesisine gittim ve kardiovasküler çalışmamı yaptım. Ardından ilk dersime gittim. Özel bir dersti. O gün için şekillendirici bir yoga dersi olan “yoga sculpt” yapmaya karar vermiştik. Dersi nasıl çıkaracağımı düşünüp duruyordum.

Ders öncesi biraz ters duruş çalışıp kan akışını tersine çevirip beynimi kanlandırmak ve tabir-i caizse “ayılmak” istiyordum. “Sirsasana II” (tripod baş duruşu) ile başladım. Dünyaya tersten bakıyordum ve başım nasıl dönüyordu size anlatamam. Bir yandan yorgunluk, bir yandan yetersiz uyku bir yandan da vücuttan atılamayan alkol… İyi ki duvar kenarında denemeye karar vermiştim. Hemen ayaklarımı duvara yasladım ve tek tek duvardan ayırmaya çalıştım. Nafile… Ve tekrar ayaklarımı duvara yasladım. En iyisi başka bir ters duruş deneyim dedim ve “pincha mayurasana” (önkol duruşu) denedim. Ne oldu dersiniz? Bugüne kadar bu duruşta bedenimi hiç bu kadar uzatamamıştım ve hiç bu kadar uzun durmamıştım. Şaştım bu işe. Bu kadar yorgunluğa ve uykusuzluğa rağmen güzel bir gelişme… En son “adho mukha vrksasana” (kol duruşu) denedim ve bu duruş da bugüne kadar yaptıklarımın en iyisiydi. Ayaklarımı duvardan ayırmış ve birkaç nefes orada rahatça kalabilmiştim. Gerçekten ilginçti. Yani yorgunluk, yetersiz uyku ve vücuttan atılmayan alkol mü gerekiyordu bu duruşları daha kolay yapabilmek için? Yoksa zihnimle mi alakalıydı? Alkolün etkisi hala sürüyordu da ben vurdumduymaz mı olmuştum? Bu yüzden de duruşlarda daha rahat ve kolay mı duruyordum?

Ben tüm bu sorularla boğuşurken öğrencim gelmişti. Hemen duvardan ayrıldım ve yanına gittim. “Yoga sculpt” dersi yapacağımızı söyledim. Öğrenci ise, bazı rahatsızlıklardan bahsedince bu dersin onun için iyi olmayacağına karar verdim ve hemen o an dersin temasını değiştirdim. Arkaya eğilmelere odaklanacağımız bir ders yapacaktık. Zirve duruşu “urdhva dhanurasana” (köprü) olacaktı ama köprü’ye “camatkarasana”dan (vahşi şey) geçecektik. Göğüs kafesini, omuzları ve bacakların önündeki kasları iyice esnetmeliydik.

20140718_115637-1Başlangıç meditasyonunun ardından yerde “marjaryasana-bitilasana” (kedi-inek esnetmesi) ile omurgayı esnettik. “Adho mukha svanasana”yı (aşağı bakan köpek) takiben “vinyasa” akışı ile “tadasana”ya (dağ duruşu) kalktık. “Surya namaskara” (güneşe selam) serileriyle bedeni ısıttık. Bu serilerin arasında “ashva sanchalanasana” (yüksek hamle) ve “anjaneyasana” (alçak hamle) duruşlarını yaparak ön bacak kaslarını iyice esnettik. “Surya namaskara” serilerinde her “tadasana”da göğüs kafesini biraz daha geriye doğru esnetirken her “uttanasana”da (ayakta öne eğilme) elleri arkada birleştirip kolları baş üzerinden uzatarak omuzları esnettik. “Prasarita padottanasana C” (ayaklar yana açık öne eğilmede kolların baş üzerinde birleştirilmiş hali) ile omuzları biraz daha açtık.

Göğüs kafesini esnetmek için “surya namaskara” serilerinin arasında “ardha bhujangasana” (yarım kobra), “bhujangasana” (kobra), “urdhva mukha svanasana” (yukarı bakan köpek) gibi duruşlar yaptık. Göğüs kafesini biraz daha esnetmek için “vinyasa” akışlarının arasına “salambhasana” (çekirge) duruşunun varyasyonlarını ve “ardha bhekasana”yı (yarım kurbağa) ekledik. Yarım kurbağa duruşu aynı zamanda bacak önünü de esnetiyordu. “Virasana”da (kahraman duruşu) kolları “kartal” pozisyonunda tutarak kürek kemiklerinin arasını açtık. Omuzları rahatlatmak için “gomukhasana” duruşunun (inek başı duruşu) sadece kol pozisyonunu kullandık.

Hedef bölgeleri iyice açıp esnettikten sonra sıra zirve duruşunu denemeye gelmişti. “Adho mukha svanasana”da sağ bacağı havaya kaldırıp bacağı sola doğru düşürüp sağ kolu da başın yanında arkaya doğru uzatarak göğüs kafesini esnettik… Yani zirve duruşundan bir önceki duruşu “camatkarasana”yı (vahşi şey) yaptık. Ne olduysa o noktada oldu. Öğrenciden sağ el bileğini ters çevirip yere yerleştirerek “urdhva dhanurasana”ya (köprü) geçmesini istedim. Sağ el bileğini döndürmeye çalıştı. Olmadı. Diğer tarafı da denedik. Yine olmadı. Böylece zirve duruşunu tamamladık. “Camatkarasana”dan “urdhva dhanurasana”ya geçişin neden olmadığı ile ilgili teorilerimi ve düşüncelerimi başka bir zaman yazacağım.

20140718_115534Zirve duruşundan sonra bir iki öne eğilme duruşu yaptık ve bedeni dengeledik. Dersi tamamlamak üzereydik. Öğrenciye ters duruş denemek isteyip istemediğini sordum. Tabii ki istiyordu. Duvarın yanına yaklaştık. Önce kol duruşu yapmak istedi. Duvara zıpladı. Öğrencimin bu duruşta ne yazık ki ciddi bir sorunu var ve bir türlü düzeltemiyoruz. Bel oyuğu (lordozu) çok fazla ve bu nedenle omurgayı dümdüz tutamıyor. Ne yaparsa yapsın bel çukuru derinleşiyor ve bu da duruşta dik durmasını engelliyor. Bu defa da ayakları duvara dayadı ve ne yazık ki omurgası “muz” halini aldı. Ayaklarını tek tek ve kontrollü bir şekilde duvardan ayırmasını söyledim. Bir ayağını ayırdı ve sonra ötekini… Ve bir nefes ve iki nefes ve üç nefes… İşte bu bir gelişmeydi. Bacakları duvardan ayırdığında belinin oyuğu azalıyordu ve böylece “kol duruşu”nda daha düzgün durabiliyordu. Üstüne üstlük birkaç nefes duvar desteği olmadan kalmayı da başarmıştı. Benim için çok güzel bir duyguydu bu.

Öğrencimi nasıl değerlendirirsin diye sorarsanız bana, oldukça azimli derim. “Pincha mayurasana” denemek istediğini söyledi. Önkolların üzerinde durulan ve omuz kuşağının çok güçlü olmasını gerektiren bir asana. Yine duvara zıpladı. Daha önceki denemelerimizde hiç bir şekilde bu duruşta duramıyordu. Bu sefer ayakları duvara ulaştı. Belki omurgasını uzatamadı ama omuzlarının üzerine çok da fazla yığılmadı. Yine beni çok mutlu eden bir gelişme…

Blog yazılarımı takip ediyorsanız, genellikle derslerin sonunda o günkü dersi yoga felsefesine bağladığımı fark etmişsinizdir. O günkü yoga felsefesini kendi kendime vermek istedim. “Bugün dersi size yönelik bir yorumla bitirmek istemiyorum. Bugün kendime çıkardığım dersten bahsetmek istiyorum. Her şeyden önce derse geldiğimde ne kadar hazırlıklı olursam olayım ders benim ellerimin arasından akıp gidebilir ve bambaşka bir noktaya gelebilir. Bu nedenle, kendimi akışa bırakmalıyım. Bugün derse, yoga sculpt çalışacağız diye geldim ancak arkaya eğilmelere yönelik bir ders yaptık. Madem akışı değiştiremiyorum o zaman akışla uyumlu hareket etmeliyim. Bu dersten başka ne öğrendim? Azimli ve düzenli bir şekilde çalışırsak başaramayacağımız şey yok. Yeter ki kendimize inanalım, düzenli çalışalım ve azmimizi hiç kaybetmeyelim. Yine bu noktada zihne geliyorum. Zihne söz geçirebildiğimde, ya da şöyle ifade edeyim, zihni susturup onun beni ele geçirmesini engellediğimde, sanırım her şeyi daha kolay yapıyorum. Bugün vücudumdan alkolü tam olarak atamamışken, belki de vücudumda dolaşmakta olan alkolün verdiği vurdumduymazlıkla ters duruşları daha rahat ve kolay yapabildim. Buradan şunu çıkarabilir miyim? Yani ben zihnim yüzünden mi bunca aydır ters duruşlarda debelenip duruyorum? Bu dersten kendime notlar: Kendini akışa bırak, o an olaylar nasıl gelişiyorsa onu kabul et ve uyumlu yaşa, zihni sustur ve zihnin seni ele geçirmesine izin verme… Kalbinin sesini dinle ve kalbinin önderliğinde yaşa…

sahi nasıl bir şeydi şu “meditasyon” denen şey?

Standard

Kaç yıl önceydi meditasyonu ilk denediğimde? Sanırım iki yıl önceydi. Yoga asanalarının bana yetmemiş, kendimi önce yoga hakkında kitaplar okumaya adamış ve sonrasında meditasyona merak salmıştım. Mutlaka denemeliydim meditasyonu ama bunun bir yolu yordamı, yöntemi var mıydı? Hiçbir fikrim yoktu. İyisi mi evde yalnız başımayken kendi kendime bir şeyler denemekti. Ben de öyle yaptım.

2009-2010 tum fotolar 690

Yoğun bir iş temposunun ardından eve gelmiştim. Niyetim o akşam meditasyonu deneyimlemekti ya; odama girdim. Bağdaş kurup yere oturdum, telefonumun alarmını on beş dakika sonraya kurdum ve gözlerimi kapattım. Gözlerimi kapattığım ilk andan itibaren gözlerimin önünde ve zihnimin içinde sürekli bir şeyler dolanmaya başladı. Tüm gün yaşadıklarım, meditasyondan sonra yapacaklarım, ertesi güne planlarım, yukarı kattaki komşudan gelen televizyon sesi, en son olarak da ayaklarımın uyuşması… İşte son noktayı vuruyor ayaklarımın uyuşması. Duyduklarımdan ve okuduklarımdan meditasyon yaparken kıpırdamam gerektiğini biliyorum ama canım yanıyor. Dayanamıyorum, gözlerimi açmadan ayaklarımı öne doğru uzatıyorum ve müthiş bir rahatlama…  Ben tüm bunların içinde debelenirken birden alarm sesiyle irkiliyorum. On beş dakika geçmiş bile. Peki, ben ne anladım bu meditasyondan? Hiçbir şey. Sadece gözlerim kapalı düşünmeye devam ettim. Ha gözlerim açık ha kapalı düşünmüşüm. Sonuçta ilk meditasyon deneyimim beni hayal kırıklığına uğrattı.

Başarısız ilk deneyimden sonra, ben meditasyondan vazgeçtim mi? Hayır. Ertesi gün yine aynı odada oturdum. Bu sefer “virasana” (kahraman) duruşunda oturdum. Bir de böyle deneyim meditasyonu diye düşündüm. Yine alarmı on beş dakika sonraya ayarladım ve gözlerimi kapattım. Yine tüm gün boyunca yaşadıklarım ve günün kalanına ve ertesi günlere dair planlarım geldi aklıma. Birden üşümeye başladığımı fark ettim ve tabii ki ayaklarım da yine uyuşmuştu. Ayaklarımın çözümü kolaydı, bir gün önceden alışıktım. Hemen uzattım ayaklarımı. Üşümeye çare yoktu çünkü üstüme alabileceğim bir hırka ya da şal yoktu yakınlarda. Gözümü açmak da istemiyordum, üşümeyi kabullendim ve alarm çaldı. İkinci gün de bir aydınlanma yaşamadım. Nasıl bir şeydi ki bu meditasyon denen şey?

Aradan kaç gün geçtiğini hatırlamıyorum. Bu geçen zaman içinde meditasyon süresini yarım saate yükseltmiştim. Yine bir akşam meditasyona oturduğumda geçmişte olan ve beni rahatsız eden bir olay geldi gözlerimin önüne. Sanki o olayı tekrar yaşıyordum. Bu sefer, o olayın beni neden bu kadar üzdüğünü bir türlü anlamadım. Olay artık o kadar anlamsız ve komik gözüküyordu ki. Derken, o olayı bana yaşatan kişiyi gördüm gözlerimin önünde, sanki her şey canlıydı ve biz birbirimizi affettik. Birbirimizi affettikten sonra da, ben kendimi affettim. Gözlerimde yaş vardı. Ağlamışım. Ağladığımın farkında değildim oysa. Bir kuş kadar hafiftim artık. Bir yükten kurtulmuştum. Derken alarm çaldı ve ben meditasyondan uyanmak ve maddi dünyaya dönmek istemedim. İlk defa farklı bir şey deneyimlemiştim meditasyonda. Mutluydum ve hafiflemiştim.

Ertesi gün, yine benzer bir şey hisseder miyim diye bir beklentiyle oturdum meditasyona. Tabii ki, böyle bir beklentim olduğu için hiçbir şey deneyimlemedim. Kendimi kastım ve zorladım. Maalesef yarım saatlik meditasyon keyiften çok azap olmuştu o gün. Meditasyonda beklenti içinde olmamam ve kendimi sadece ve sadece akışa bırakmam gerektiğini anladım.

Yine aradan bir süre geçti. Bir akşam alarmı kurdum ve oturdum meditasyona. Gözlerim kapalı, günlük olaylar ve planlar geldi geçti zihnimden. Artık sadece bir seyirci olmaya alışmıştım. Düşüncelerin peşinden sürüklensem bile, hemen farkına varıyor ve zihnimi tekrar o ana getirmeyi başarıyordum. Ne mi yapıyordum? Nefeslerime odaklanıyordum hemen, nefes alış verişlerimi sayıyordum. Bir süre sonra, nefesim neredeyse durma noktasına gelmişti. O kadar yavaşlamıştı ki, bir an için nefes almıyorum diye panikledim. Sonra fark ettim ki, çok yavaş, uzun ve sakin nefesler alıyordum. Bir an, yogada üçüncü göz denilen noktada, yani iki kaşımın arasında, bir enerji yoğunluğu hissettim. İçim boşaldı sanki. Ruhum içimden çıktı sanki ve ben sanki uçuyordum. O kadar huzurlu ve mutluydum ki, her şey önemsizdi o an benim için. Sadece sonsuzluk vardı. Derken kapının açılması ve eşimin seslenmesiyle irkildim. Kalp atışlarım hızlandı, nefes nefese kaldım ve kendime gelemedim. Gözlerimi açamıyordum, yere uzandım ve beni yalnız bırakmasını söyledim. Tek duyduğum, “bir buçuk saattir ortalarda yoksun, seni merak ettim, uyudun sandım” oldu. Bir süre yerde uzanıp, sağa sola devrilip kendime geldikten sonra kalktım eşimin yanına gittim. Hala kendimde değildim, sanki bir rüya âleminde gibiydim. Tekrar konuştum eşimle. Hayır, uyumamıştım ben. Zihnim uyanıktı, meditasyon halindeydim. Her şeyin farkında ama bambaşka bir boyuttaydım ben o gün. Bunu araştırmaya karar verdim. Tanıdığım yoga eğitmenleriyle konuştum, meditasyon hakkında internette araştırma yaptım ve birçok kişinin böyle şeyler deneyimlediğini gördüm. Rahatlamıştım. Demek ki, meditasyon böyle bir şeydi. Sonunda, meditasyona dair bir şeyler yakalamıştım.

Bu deneyimden sonra, meditasyon teknikleriyle ilgili derslere katıldım. Zihin, ruh, ego ve meditasyon üzerine çalıştım. Meditasyon benim için vazgeçilmez bir hal almıştı. Akşamı iple çekiyordum. Kendi başıma oturup meditasyon yapıp tüm gün yaşadıklarımı, biriktirmeden, temizlemek ve ruhumu ve zihnimi dinginleştirmek. Bağımlılık yapmıştı adeta bana.

Meditasyona başladıktan iki yıl sonra, meditasyon yaparken, sürekli zihnimi ve ruhumu sessiz ve sakin tutuyorum ve sadece anı yaşıyorum, anda kalıyorum, ne geçmişi ne geleceği düşünüyorum diyebilir miyim? Asla. Zaten eğer zihnimi ve ruhumu sessizleştirip, sadece ve sadece anı yaşayabilseydim, bir yogi olurdum yoga eğitmeni değil. O halde, amaç ne? Sadece kendi kendine geçireceğin bir zaman dilimi ayırmak; sessizce oturup sadece izleyici olabilmek ve yorum yapmadan, fikir yürütmeden her şeyi olduğu gibi kabul etmek…